Çocuğun Cinsel İstismarı Suçu

Çocuğun cinsel istismar suçu TCK 103/1 maddesinde düzenlenmiş olup , kanunda belirlenen belli yaştaki çocuğun bedenine fiziksel temasta bulunma , dokunma , elleme ve sair şekilde cinsel davranışlar sergilenmesi ile oluşan bir suçtur.

Çocuk kavramı TCK 6. Maddeye göre 18 yaşını doldurmamış , halk deyimiyle 18 olmamış kişiyi ifade eder. Bu suçlarda yaş durumu son derece önemlidir. Zira üç farklı yaş kategorisine göre suçun ağırlığı değişmektedir.  Bu yaş eşikleri:

-15 yaşını tamamlamamış çocukların cinsel istismarı,

-15 yaşını tamamlamış fakat kendisine yönelen fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş çocukların cinsel istismarı,

– 15-18 yaş grubunda olan çocukların güç kullanılarak , tehdit, hile veya iradeyi sakatlayan başka bir nedene dayalı olarak cinsel istismarı.

Çocukların Basit Cinsel İstismarı Suçunun Unsurları Nelerdir ?

En temel haliyle basit cinsel istismar suçu, çocuğun cinsel istismarı suçunun  çocuğun vücudu üzerinde gerçekleştirilen, cinsel arzuları tatmin amacına yönelik ve fakat cinsel ilişki düzeyine varmayan cinsel davranışlar sergilenmesi ile oluşur. Basit cinsel istismar suçunun oluşması için, gerçekleştirilen hareketlerin objektif olarak şehvet oluşturabilecek nitelikte bulunmaları yeterlidir bu husus geniş yorumlanmamalı olayın oluş şekline göre cezaya yeter görülebilecek hareketler yeterli görülmelidir; failin arzularının fiilen tatmin edilmiş olması aranmaz

Sarkıntılık ile işlenen cinsel istismar suçu, çocuğun basit cinsel istismarı suçunun daha az ceza gerektiren hafif şekli olarak kabul edilmektedir.  Burada da fiziksel herhangi bir temas olması yeterlidir. Burada ayrım şudur, sana dokunayım/elleyim mi  demek cinsel taciz gösterirken , fiilen dokunmak cinsel istismar olarak kabul görmektedir. Sarkıntılığın sınırı yüzeysel ve geçici bir yandan da hafif düzeyde cinsel davranış içermesinden gelir. Cinsel saik ile ellemek , dokunmak yahut öpmek cinsel istismar suçunu oluşturacaktır. Burada istismar ile aradaki fark , sarkıntılık suçunda ani ve kesik bir eylem olmasıdır. Cinsel istismar da , cinsel sömürü denilen eşiğin oluşması ve birbirini takip eden birden çok davranışın bulunması aranır.

Yaş unsuru içinde en önemli nokta ise 15 yaşını  tamamlamamış çocuklar açısından mağdurun rızası hiçbir önem arz etmez iken 15  yaşı tamamlamış ve fakat 18’i doldurmamış çocuklarda rıza ve olayın seyrine göre somut durum sanık/ şüpheli lehine sonuç doğurabilmektedir. Burada yaş kriteri soruşturmanın başladığı zamandan itibaren değil, olayın olduğu gün ve tarihte hesaplanarak ortaya çıkartılır.

Çocuğun Cinsel İstismarı Suçlarının Cezası Nedir?

Bu suç ve cezaları Türk Ceza Kanununun 103. Maddesinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:

(Değişik: 18/6/2014-6545/59 md.) (1)
(1) (Yeniden düzenlenen birinci ve ikinci cümle: 24/11/2016-6763/13 md.) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismarın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/13 md.) Mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olması hâlinde verilecek ceza, istismar durumunda on yıldan, sarkıntılık durumunda beş yıldan az olamaz. Sarkıntılık düzeyinde kalmış suçun failinin çocuk olması hâlinde soruşturma ve kovuşturma yapılması mağdurun, velisinin veya vasisinin şikâyetine bağlıdır. Cinsel istismar deyiminden; (1)
a) On beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,
b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar,
anlaşılır.
(2) (Yeniden düzenleme: 24/11/2016-6763/13 md.) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on altı yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olması hâlinde verilecek ceza on sekiz yıldan az olamaz.

(3) Suçun;
a) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
b) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş veya evlat edinen tarafından,
d) Vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından,
e) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehditle ya da (b) bendindeki çocuklara karşı silah kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(5) Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
(6) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.

TCK 103 kapsamındaki suçlar Ağır Ceza Mahkemelerinin görev alanına giren suçlardandır. Bu sebeple her ne olursa olsun somut olayın içeriğinin önemli olması bir yana mutlak suretle avukat ile temsil edinilmesi gerekmektedir. Bu sebeple Ankara Ceza Avukatı, Ankara Ağır Ceza Avukatı, Ağır Ceza avukatı yahut bulunduğunuz ilden bir ağır ceza avukatı ile anlaşılmasında fayda vardır. İşin ciddiyeti gereği somut dosya titizlikle takip edilmeli, özellikle yaş ve karşılıklı rıza gibi haller iyice irdelenmelidir. Bilakis bu tarz suçlarda iftira kurbanı olan da bir çok insan olduğu bilinmektedir. Ne yazık ki ülkemizde evlat ve aile büyükleri arasında dahi bu tarz olaylar yaşanmakta olup bir kısmının sırf iftira olduğu da bilinmektedir. Önemli olan gerçekten suçlu olanın cezasını alması suçsuz olanın ise iftiraya kurban edilmemesidir.

EMSAL KARARLAR

Fail, cinsel ilişkide bulunduğu mağdurenin 15 yaşını doldurmadığı halde, 15 yaşını doldurduğu düşüncesiyle mağdure ile rızasıyla cinsel ilişkide bulunur ve şikayetçi olmayan mağdurenin yaşı konusundaki hatası esaslı, diğer bir ifadeyle kabul edilebilir bir hata olursa, bu takdirde fail 5237 sayılı TCK’nun 30. maddesinin birinci fıkrası uyarınca suçun maddi unsurlarından olan mağdurun yaşına ilişkin bu hatasından yaralanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve bu suçun taksirle işlenmesi hali kanunda cezalandırılmadığından 5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir. Suçun maddi unsurlarında hata hali faile ilişkin bir durum olduğundan, bu hususun fail veya avukatı tarafından ileri sürülmesi gerekmekte olup, kural olarak mahkemece suçun maddi unsurlarında hataya düşülüp düşülmediğine ilişkin bir araştırma yapılmayacaktır (Yargıtay CGK – Karar: 2013/581).

Mağdurenin aşamalardaki ifadeleri, savunma, tanık beyanı ve tüm dosya içeriği nazara alındığında sanığın, apartman komşusu olan on beş yaşından küçük mağdureye binanın merdiven boşluğunda sarılarak öpmeye çalışması şeklinde sübuta eren eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 103/1. maddesinde düzenlenen çocuğun cinsel istismarı suçunu ve ertesi gün balkonda gördüğü mağdureye birlikte yatma teklifinde bulunması eyleminin ise aynı Kanunun 105/1. maddesinde düzenlenen cinsel taciz suçunu oluşturup, her iki suçun kapsamı ve uygulama koşulları itibarıyla ayrı suçlar olup, birbirine teselsül etmeyeceği gözetilerek hükümler kurulması gerekirken suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek zincirleme şekilde çocuğun cinsel istismarı suçundan mahkumiyet kararı verilmesi, bozma nedenidir (Yargıtay 14. Ceza Dairesi-K.2021/3244).

  1. Ceza Dairesi         2018/7273 E.  ,  2019/483 K.

 
“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇA SÜRÜKLENEN
ÇOCUK : …
SUÇ : Çocuğun nitelikli cinsel istismarı
HÜKÜM : Mahkumiyet

İlk derece mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Olayın intikal şekli ve zamanı, mağdurenin beyanları, savunma ve tanık anlatımları ile tüm dosya içeriği nazara alındığında, suça sürüklenen çocuğun suç tarihinde 16 yaşını bitirmiş mağdure ile rızası hilafına cinsel ilişkiye girdiğine dair mahkumiyetine yeter her türlü şüpheden uzak, kesin ve yeterli delil olmaması karşısında eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 104/1. maddesinde düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki suçunu oluşturduğu gözetilerek, 5237 sayılı TCK’nın 104/1. maddesinde düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki suçunun, soruşturma ve kovuşturmasının, şikayete tabi olması ve dosya kapsamına göre suça sürüklenen çocukla rızaen cinsel ilişkiye giren onbeş-onsekiz yaş grubuna dahil mağdurenin, vekil huzurunda alınan ifadesinde, suça sürüklenen çocuktan şikayetçi olmadığını bildirmesi nedeniyle, kamu davası hakkında şikayet yokluğu nedeniyle TCK’nın 73 ve 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddeleri uyarınca düşme kararı verilmesi yerine, yazılı şekilde hüküm tesisi,
Kanuna aykırı, suça sürüklenen çocuk müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 29.01.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

  1. CEZA DAİRESİ
    2014/7568
    2017/2480
    8.5.2017

İlk derece mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelendi.

5271 Sayılı CMK’nın 260/1. maddesine göre, katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolunun açık olduğu, Dairemizce de benimsenen Yargıtay CGK 19.10.10 gün ve 2010 /9-149 Esas, 2010/205 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere, müştekilerin katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gördüğü konusunda araştırma yapmayı gerektirecek bir tereddüt bulunmadığı ve müştekiler ile vekilinin kovuşturma evresinde şikayetçi olup davaya katılma talebinde bulunmalarına karşılık mahkemece katılma hususunda karar verilmediği de gözetilerek, 5271 Sayılı CMK’nın  237/2. maddesi uyarınca müştekilerin davaya katılan, vekillerinin de katılanlar vekili olarak kabul edilmesine karar verildikten sonra evrak tetkik edildi.

Sanık hakkında reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan dolayı verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararın 5271 Sayılı CMK’nın  231/12. maddesine göre itirazı kabil kararlardan olup, temyiz yeteneğinin bulunmadığı ve katılanlar vekilinin anılan hükme yönelik temyiz isteminin aynı Kanunun 264. maddesi hükmüne göre itiraz niteliğinde kabul edilip gerekli kararın merciince mahallinde verilmesi gerektiği anlaşıldığından, incelemenin çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmasına karar verildikten sonra gereği düşünüldü:

KARAR : Nüfus kaydına göre 13.06.1995, dosyadaki doğum raporuna göreyse 31.05.1995 doğumlu olan mağdurenin soruşturma evresindeki ilk ifadesinde, sanıklar ilk defa 23.04.2010 tarihinden bir yada iki hafta önce rızasıyla cinsel ilişkiye girdiğini belirtmesine karşın, daha sonraki anlatımlarında sanık ile 01.04.2010 ve sonrasında zorla ilişkiye girdiğini söyleyerek çelişkili beyanlarında bulunduğu, sanığın ise aşamalarda mağdureyle 22.06.2010 günü ilk kez rızasıyla ilişkiye girdiğini, ilk ilişkilerinin dosyaya satış sözleşme örneğini sunup 18.05.2010 tarihinde edindiği arabada yaşandığını savunduğu, davaya konu olayın 01.11.2010 tarihinde intikal ettirilmesi sebebiyle ilişkinin yaşandığı tarihi belirlemeye yönelik olarak zamanında mağdurenin muayenesinin yapılamadığı ve intikalde gerçekleştirilen cinsel muayene sonucu tanzim edilen raporda zamanı belirlenemeyen çentiklerin tespit edildiği nazara alındığında, sanığın savunmasının aksine, ilk ilişkinin mağdurenin onbeş yaşını tamamladığı tarihten önce gerçekleştiğine dair soyut ve çelişkili beyanlar dışında sanığın çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan cezalandırılmasına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı ve mevcut haliyle eylemin 5237 Sayılı TCK’nın  104. maddesinde düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki suçunu oluşturduğu gözetilmeden suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,

SONUÇ : Kanuna aykırı, katılanlar vekili ile sanık müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 Sayılı Kanun’un  8/1. maddesi gözetilerek 1412 Sayılı CMUK’nın  321 maddesi gereğince BOZULMASINA, 08.05.2017 tarihinde Üye …’in karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Yargıtay Yüksek 14. Ceza Dairesinin 08.05.2017 gün 2014/7568 Esas, 2017/2480 Karar sayılı ilamına dair Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 04.10.2012 gün ve 2011/77 Esas, 2012/358 Karar sayılı mahkumiyet kararının vaki temyiz incelemesinde, sayın daire çoğunluğuyla ihtilafımız eylemin hukuki nitelendirilmesine ilişkindir.

Sanık hakkında suç tarihinde 15 yaşını bitirmeyen mağdurenin müteşekilen ruh sağlığını bozacak şekilde ırzına geçtiğinden bahisle cezalandırılması istemiyle hakkında 5237 Sayılı Kanun’un  103/2-6,  43. maddeleri gereğince kamu davası açılmıştır.

Sanığın eylemleri iki zaman diliminde değerlendirilerek mağdurenin 15 yaşını doldurmadığı dönemdeki TCK’nın  103 /2  15 yaşını doldurduğu dönemdeki eylemlerini ise TCK’nın 104/1, 43. maddeleri kapsamında değerlendirilerek mahkumiyet hükümleri kurulmuştur.

Vaki temyiz üzerine Yüksek Yargıtay 14. Ceza Dairesi tarafından “Nüfus kaydına göre 13.06.1995, dosyadaki doğum raporuna göreyse 31.05.1995 doğumlu olan mağdurenin soruşturma evresindeki ilk ifadesinde, sanıkla ilk defa 23.04.2010 tarihinden bir yada iki hafta önce rızasıyla cinsel ilişkiye girdiğini belirtmesine karşın, daha sonraki anlatımlarında sanık ile 01.04.2010 ve sonrasında zorla ilişkiye girdiğini söyleyerek çelişkili beyanlarında bulunduğu, sanığın ise aşamalarda mağdureyle 22.06.2010 günü ilk kez rızasıyla ilişkiye girdiğini, ilk ilişkilerinin dosyaya satış sözleşme örneğini sunup 18.05.2010 tarihinde edindiği arabada yaşandığını savunduğu, davaya konu olayın 01.11.2010 tarihinde intikal ettirilmesi sebebiyle ilişkinin yaşandığı tarihi belirlemeye yönelik olarak zamanında mağdurenin muayenesinin yapılamadığı ve intikalde gerçekleştirilen cinsel muayene sonucu tanzim edilen raporda zamanı belirlenemeyen çentiklerin tespit edildiği nazara alındığında, sanığın savunmasının aksine, ilk ilişkinin mağdurenin onbeş yaşını tamamladığı tarihten önce gerçekleştiğine dair soyut ve çelişkili beyanlar dışında sanığın çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan cezalandırılmasına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı ve mevcut haliyle eylemin 5237 Sayılı TCK’nın  104 maddesinde düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki suçunu oluşturduğu gözetilmeden suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,” sebebiyle bozulmasına karar vermiştir.

Sayın yüksek daire çoğunluğu ile ihtilafımız suç vasfı gereğince bozma kararının içeriği sebebiyle mahkeme kararının isabetli olup olmadığına ilişkindir.

Mağdure ile sanığın 2010 yılı Mart ayı içerisinde internet ortamında tanıştıktan sonra yüz yüze görüşmek istedikleri ve bunun üzerine buluştukları, aralarında duygusal yakınlaşma başlayıp bu süreçte mağdure ile sanığın hemen hemen hergün öğlen yemekte veya pastanede buluştukları ve 1 Nisan 2010 tarihinde sanığın yakınına ait … plakalı araçla okula servisle gelen mağdureye gezme teklifi ettiği, mağdurenin bunu kabul etmesi üzerine birlikte arabaya binerek Çubuk barajı tarafında tenha bir mahale gittikleri, incelenen okul devamsızlık çizelgesininde bunu doğruladığı, burada sanığın mağdureye birlikte olmayı teklif etmesi üzerine mağdurenin bunu kabul ederek herhangi bir zor, tehdit veya hile olmaksızın rızası ile ilk kez bu tarihte yani mağdure 15 yaşından küçük iken cinsel ilişkiye girdikleri ve mağdurenin kızlık zarının bozulduğu ve sanığın mağdure ile evlenmek istediğini beyan ettiği, her ne kadar mağdure rızası ile ilişkiye girmişse de 15 yaşından küçük olması sebebiyle rızasının herhangi bir yasal öneminin olmadığı, sanık ile mağdurenin arkadaşlığının devam ettiği, mağdurenin okulunun kapanmasından sonra yani mağdure 15 yaşını doldurduktan sonra mağdure ile sanık arasındaki rızaya dayalı cinsel ilişkinin birden fazla kez tekrarlandığı ve bu ilişkilerde de herhangi bir cebir, tehdit ve hilenin kullanılmadığı, sanığın mağdura yönelik cinsel istismar eylemi aynı suç işleme kararı icrası kapsamında ise de ilk cinsel istismar eyleminde mağdurenin 15 yaşından küçük olduğu, ikinci ve devam eden diğer cinsel istismar eylemlerinde ise mağdurenin yaşının 15 yaşından büyük olması sebebiyle eylemin niteliğinin değişerek TCK  104 maddesi kapsamında düzenlenen reşit olmayanla rızası ile cinsel istismar suçunu oluşturduğu anlaşılmıştır.

Mağdure meydana gelen olayı ailesinden uzunca bir süre saklamış, ancak annesinin telefonunu ele geçirmesi üzerine olay ortaya çıkmıştır.

Mağdurenin cinsel istismara uğradığı ilk tarih 01.04.2010′ dur. Ve bu tarihte 15 yaşında küçüktür bu itibarla verilen karar isabetlidir ve onanmalıdır. Bu düşüncelerle sayın çoğunluğun kararına muhalifim.

 

T.C.

YARGITAY

  1. CEZA DAİRESİ
  2. 2016/12265
  3. 2017/804
  4. 20.2.2017

İlk derece mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle, 02.12.2016 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 Sayılı Kanunla getirilen düzenlemeler de gözetilerek dosya incelendi.

Hükmedilen ceza miktarları nazara alındığında sanık … müdafiin duruşmalı inceleme talebinin 5320 Sayılı Kanun’un  8/1. maddesi gözetilerek 1412 Sayılı CMUK’nın  318 maddesi gereğince Reddiyle, incelemenin duruşmasız yapılmasına karar verildikten sonra gereği düşünüldü:

KARAR : Sanık … hakkında mağdurlar …, …, … ile …’a yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma; mağdurlar … ile …’e yönelik çocuğun basit cinsel istismarı; mağdur …’e yönelik ırza geçme suçlarından kurulan mahkûmiyet hükümleri ve mağdur …’e yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma eylemi hürriyeti tahdit kabul edilerek zamanaşımı sebebiyle kamu davasının düşmesine dair karar ile sanık … hakkında mağdurlar …, … ve …’a yönelik reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan açılan kamu davalarının şikayet yokluğu sebebiyle düşmesine dair kararların incelenmesinde:

Hükümlerden sonra 5237 Sayılı TCK’nın  53 maddesiyle ilgili olarak 24.11.2015 tarihli, 29542 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 gün ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı ilamıyla verilen iptal kararının mahkûmiyet hükümleri yönünden infaz aşamasında nazara alınması mümkün görülmüştür.

Delillerle iddia ve savunma; duruşma göz önünde tutularak tahlil ve takdir edilmiş, düşme ve sübutu kabul olunan fiillerin unsurlarına uygun şekilde tavsif ve tatbikatları yapılmış bulunduğundan, sanıklar müdafileri ile O Yer Cumhuriyet Savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, sanık … hakkında mağdurlar …, …, … ile …’a yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma; mağdurlar … ile …’e yönelik çocuğun basit cinsel istismarı; mağdur …’e yönelik ırza geçme suçlarından kurulan mahkûmiyet hükümleri ile mağdur …’e yönelik hürriyeti tahdit suçundan görülen kamu davasının zamanaşımı sebebiyle düşmesine dair karar ile sanık … hakkında mağdurlar …, … ve …’a yönelik reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan açılan kamu davalarının şikayet yokluğu sebebiyle düşmesine dair kararların ONANMASINA,

Sanık … hakkında mağdurlar …, …, …, … ile … ‘a yönelik çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan ( beş kez ) kurulan mahkûmiyet hükümlerinin incelenmesinde:

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma ve kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Sanık hakkında mağdurlar …, …, …, … ile …’a yönelik eylemlerinden dolayı hükümler kurulurken TCK’nın 43 maddesi uyarınca yapılacak arttırımın, aynı Kanunun 103/2, 103/3. maddeleri gereğince belirlenen ceza üzerinden yapılması gerektiği gözetilmeden söz konusu arttırımın TCK’nın  61 maddesindeki sıralamaya aykırı olacak şekilde 103/2. maddesi üzerinden yapılması suretiyle cezaların eksik tayini,

Kanuna aykırı, sanık … müdafii ile O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin 5320 Sayılı Kanun’un  8/1. maddesi gözetilerek 1412 Sayılı CMUK’nın  321 maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak bu hususun yeniden duruşma yapılmaksızın aynı Kanunun 322. maddesinin verdiği yetkiye istinaden düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hükümlerde TCK’nın  43  ve  62. maddelerinin uygulanmasına dair bölümlerin karardan çıkartılarak yerlerine “… sanığın cezasında TCK’nın  43/1. maddesi uyarınca takdiren ¼ oranında arttırım yapılarak 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına” ve “… TCK’nın  62/1. maddesi gereğince cezasında takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak sanığın neticeten 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına” ibarelerinin eklenmesi suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,

Sanık … hakkında, mağdurlar … ile …’a yönelik çocuğun nitelikli cinsel istismarı ( iki kez ), kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ( iki kez ); mağdur …’a yönelik çocuğun basit cinsel istismarı ( bir kez ) ve mağdur …’a yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ( bir kez ) suçlarından kurulan mahkûmiyet hükümleri ile mağdurlar … ve …’e yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ( iki kez ) verilen beraat kararlarının incelenmesinde;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma ve kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Mağdurlar … ile …’un beyanlarında, sanığın kamu davasına konu eylemleri kanunda öngörüldüğü şekilde cebir, tehdit ya da hileyle gerçekleştirdiğine dair anlatımlarının bulunmayışı ve eylemler sırasında mağdurların onbeş yaşını doldurup doldurmadıkları hususunun şüphede kalması hususları nazara alınıp mevcut şüphenin sanık lehine değerlendirilmesi suretiyle,

sanık hakkında … ile …’a yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan beraat kararı verilmesi ve çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan açılan kamu davalarına dair eylemlerin ise TCK’nın  104/1. maddesinde düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki suçunu oluşturması karşısında bu suçtan hükümler kurulması gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkûmiyet kararları verilmesi,

Sanığın, mağdur …’ı cinsel istismarda bulunmak amacıyla değişik zamanlarda klüp tesislerine gelmesini sağlama ve mağdur …’i de aynı amaçla …’ta bulunan depoya götürme şeklindeki eylemleri ile kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu işlediği anlaşılmakla, …’a yönelik TCK’nın 109/l, 3f, 5, 43 ve …’e yönelik 109/1,3-f, 5. maddeleri uyarınca mahkûmiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden dosya kapsamına uygun düşmeyen yazılı gerekçeyle beraat hükümleri kurulması,

Sanığın, mağdur …’a yönelik çocuğun basit cinsel istismarı eylemlerini, 02.07.2013 tarihinde diğer sanık … ile cinsel ilişkiye girmesini sağlama ve 05.07.2013 tarihinde de mağdurun dudağını öpüp vücudunu okşama şeklinde zincirleme şekilde gerçekleştirdiği gözetilmeden, hakkında TCK’nın 103/1. maddesi uyarınca belirlenen cezada aynı Kanunun 43/1. maddesiyle arttırım yapılmaması neticesinde eksik ceza tayini,

Sanığın, mağdur …’a yönelik zincirleme olarak işlediği kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu “gelmediği takdirde, lisansını vermeyeceği” şeklinde tehditle işlediği gözetilmeden, temel cezanın TCK’nın  109/ 2. maddesi yerine 109/1. maddesine göre belirlenmesi suretiyle eksik tayini,

Kabule göre de;

5237 Sayılı TCK’nı 103 2 -3- 4. maddeleri uyarınca verilen ceza 15 yılı geçse dahi, suçun sonucunda mağdur …’ın ruh sağlığının bozulmasından dolayı neticenin ağırlığına göre tayin edilen cezanın aynı Kanunun 49/1 ve 103/6. maddeleri gereğince 20 yıla kadar arttırılmasının olanaklı bulunduğu nazara alınarak, anılan kanun maddeleri gereğince hakkaniyet kuralları gözetilip uygun bir cezaya hükmedilmesi gerektiği halde, 103/6. maddenin uygulama dışı bırakılması suretiyle eksik ceza tayini,

Sanık hakkında mağdur …’a yönelik çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan hüküm kurulurken TCK’nın  43  maddesiyle yapılacak arttırımın, aynı Kanunun 103/2, 103/3, 103/4. maddeleri gereğince belirlenen ceza üzerinden yapılması gerektiği gözetilmeden söz konusu arttırımın TCK’nın 61 maddesindeki sıralamaya aykırı olacak şekilde 103/2. madde üzerinden yapılması suretiyle cezanın eksik tespiti,

Sanık … hakkında mağdurlar …, …, …, …, … ile …’a yönelik özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan ( altı kez ) kurulan mahkûmiyet hükümlerinin incelenmesinde;

Sanığın, çocuk olan mağdurların cinsel ilişki sırasındaki görüntülerini kaydetmesi eyleminin TCK’nın  226/3. maddesindeki suçu oluşturduğu gözetilmeden, suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan mahkûmiyet hükümleri kurulması,

Sanık … hakkında müstehcenlik suçundan ( bir kez ) kurulan hükmün incelenmesinde;

Sanığın, müstehcen görüntüleri hangi mağdura ne şekilde gösterdiği karar yerinde tartışılmadan yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde mahkûmiyet kararı verilmesi,

Sanık … hakkında mağdurlar … ile …’a yönelik çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan ( iki kez ) kurulan mahkûmiyet hükümlerinin temyiz incelemesine gelince;

5237 Sayılı TCK’nın  103/2. maddesinde düzenlenen çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçunun vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenebileceği, dolayısıyla erkek olan mağdurların kadın olan sanık ile vajinal yoldan cinsel ilişkiye girmeleri şeklinde gerçekleşen olayda ise sanığın eylemlerinin aynı Kanunun 103/1. maddesinde düzenlenen çocuğun basit cinsel istismarı suçunu oluşturduğu gözetilerek hüküm kurulması gerekirken, suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan mahkûmiyet hükümleri kurulması,

SONUÇ : Kanuna aykırı, sanıklar müdafileri ile O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin 5320 Sayılı Kanun’un  8/1. maddesi gözetilerek 1412 Sayılı CMUK’nın 321maddesi gereğince BOZULMASINA, 20.02.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU
2014/14-696
2017/75
21.2.2017

Çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan sanık …’in 5237 Sayılı TCK’nun 103/2, 103/6, 31/3, 62 ve 63. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve mahsuba ilişkin, Aydın 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 01.03.2011 gün ve 296-48 Sayılı hükmün, katılan vekili ve sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 12.05.2014 gün ve 7047-6429 sayı ile;

“… Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Oluşa uygun kabule göre, sanık ile mağdurenin olay tarihinde rıza ile cinsel ilişkiye girdikleri ve mağdure hakkında Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 06.08.2010 tarihli raporda ‘mağdurede maruz kaldığı olaydan kaynaklanmış ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede travma sonrası stres bozukluğu tespit edildiği ve ruh sağlığının bozulduğu’ belirtilmiş ve bu rapor esas alınarak sanığın cezası TCK’nun 103/ 6. maddesi uyarınca artırılmış ise de; cebir, tehdit veya hile gibi iradeyi etkileyen herhangi bir hal olmaksızın mağdureyle cinsel ilişkiye giren sanığın, bu eyleminden dolayı kastettiğinden daha farklı ve ağır bir neticenin meydana geldiği, TCK’nun 23 maddesi uyarınca gerçekleşen fakat kastetmediği bu neticeden sorumlu tutulabilmesi için en azından taksirle hareket etmiş olması gerektiği, somut olayda sanığın dosyaya yansıyan sosyal ve kültürel durumu, eğitim düzeyi, kişisel özellikleri, tarafların yaşları ve olayın zora dayalı olmayan gerçekleşme biçimi nazara alındığında, ağır netice olarak ortaya çıkan mağdurenin ruh sağlığındaki bozulmanın sanık tarafından öngörülemeyeceği ve taksirle dahi hareket etmesinin söz konusu olmadığı, meydana gelen bu zararın ise TCK’nun 61 maddesi kapsamında cezanın bireyselleştirilmesinde alt sınırdan uzaklaşılmada dikkate alınabileceği gözetilerek, sanık hakkında TCK’nun  103/6. maddesinin uygulanması suretiyle fazla ceza tayini…”,

İsabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 29.06.2014 gün ve 182342 sayı ile;

“… İtirazlarımız ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçunda TCK’nun 23. maddesinin uygulama alanının bulunmadığı konusunda toplanmaktadır.

Öncelikle konuya dair yasa metinlerinin incelenmesinde;

Taksir

Madde 22 – (1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır.

(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.

Netice Sebebiyle Ağırlaşmış Suç

Madde 23 – (1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi hâlinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir.

Çocukların Cinsel İstismarı

Madde 103 – (1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden;

a-) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,

b-) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, anlaşılır.

(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(3) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./12.mad) Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.

(4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.

(5) Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna dair hükümler uygulanır.

(6) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.

(7) Suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.

İlgili kanun maddesinin metninden açıkça anlaşıldığı ve doktrinde de benimsendiği üzere; ağır veya başka bir neticenin ortaya çıkması bakımından failin en azından taksirle hareket etmesi gerekir. Kişinin taksirinin bulunduğunun kabul edilebilmesi için ise, ‘neticenin öngörülebilir olması’ zorunludur. Ancak somut olay kusurluluk yönünden ortaya konulurken failden uyması beklenen davranış kalıbının kaynağının saptanıp buna göre değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.

Yargıtay 14. Ceza Dairesinin kararında vurguladığı ‘…sanığın dosyaya yansıyan sosyal ve kültürel durumu, eğitim düzeyi, mesleki tecrübesi, kişisel özellikleri, tarafların yaşları ve olayın zora dayalı olmayan gerçekleşme biçimi…’ şeklinde ortaya koyduğu kriterler, esas olarak yazılı olmayan toplumsal deneyim ve kurallar nazara alınarak ortaya konacak öngörülebilirlik ölçütüne dayanmaktadır. Elbette ki 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu sisteminde objektif sorumluluk anlayışı terk edilmiştir ve bu itibarla failin ağır neticeye dair kusurunun saptanmasına dair olarak onun subjektif özellikleri nazara alınacak, ancak her durumda sanığın özelliklerine benzer durumdaki kişilerden beklenen davranış ve düşünce özellikleri, ihlal olunan davranış kalıbı ile ilişkilendirilmek suretiyle ortaya konulucaktır ki, bu da; TCK’nun  103/2. maddesinde düzenlenen normun ortaya koyduğu eylemin ve bunun suç haline getirilmiş olmasıyla önlenmek istenen sonucun, failin psişik aleminde onun kınanabilirliğini mümkün kılacak mahiyet ve derecesinin nerede başlayıp nerede sonlandığı ile doğrudan ilişkilidir. Bu durum da, failin temel ceza normunun emrettiği davranış kalıbına dair dikkat ve özen yükümlülüğünün tespitini hiç şüphesiz toplumsal yaşayıştan kaynaklanan ve ceza hukukuna dair normların dışında kalan davranış kalıplardan kısmen farklı bir değerlendirmeye muhtaç kılmaktadır.

Yine diğer yandan belirtmek gerekir ki; ‘cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar’ bahsinde ortaya çıkan ve TCK’nun  102 5 ve  103 /6. maddelerinde düzenlenen ‘ruh sağlığının bozulması’ şeklindeki ağır neticelerin, 5237 Sayılı TCK’da düzenlenen diğer neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlardan, örneğin kasten yaralama (TCK.  87/4), işkence (TCK.  95/4), çocuk düşürtme (TCK.  99/4), suçlarının ağırlaşmış hallerinden, hatta TCK’nun 102/6 ve 103/7. maddesindeki hallerden belirgin şekilde farklılık arz etmektedir. Zira anılan suçların tipik şeklinin kasten işlenmesi halinde ortaya çıkan ağır netice madde metinlerinin ağırlaşmış hallerinin cezalandırılabilirliğinden bağımsız olarak esasen TCK sistematiğinde ayrı bir suçu oluşturmaktadır. Yukarıda sayılan suçlarda bu sonuç ‘öldürme’ fiilidir. Yani fail, kasten işlediği suç tipinin dışında ceza kunununda ayrı müstakil bir suç teşkil eden başka bir ceza normunun koruma alanına girmektedir. Ancak ‘ruh sağlığı bozukluğu’ meselesinde ise durum bu şekilde ortaya çıkmamıştır. Nev’i şahsına münhasır bir düzenlemedir. Fail burada kasten işlediği suça dair kanuni tipin ve bunun doğrudan korumaya amaçladığı alan içinde kalmakta ve esasen neticesi sebebiyle ağırlaşmış diğer suçlardan farklı olarak bu sınırların dışına taşmamaktadır. Bu nedenledir ki sanığın eyleminden sadır olan sonucun ona izafe edilebilirliği ve kınanabilirliği, neticesi sebebiyle ağırlaşmış diğer suçlardan ayrı olarak farklı bir davranış kalıbından kaynaklanmaktadır.

Sanığın taksiri belirlenirken, somut olayın objektif koşulları içerisinde, failin subjektif özelliklerine sahip makul ve tedbirli bir insanın yapması gereken davranışın ne olması gerektiği üzerinde durulmalıdır. Buna göre tespit edilen özenli davranış ile failin davranışı karşılaştırılarak failin sorumluluğu belirlenir.

Buna göre failin subjektif özelliklerine göre belirlenen ‘model ajan’ tespit olunurken, failin davranışlarının hangi davranış kurallarına dair olarak ortaya çıktığının belirlenip ortaya konacak model ajanının buna göre belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Buradan hareketle dikkat ve özen kurallarının somut olayda olduğu gibi hukuk kuralları tarafından belirlenmiş olması durumunda, bu kurallar önleyici niteliktedir ve önlemeyi amaçladıkları zararlı neticeyi önleyici nitelikteki davranışı belirler. Önleyici normlar arasında da ayrım yapmak gerekir. Katı önleyici normlar önleyici davranışı kesin sınırlarıyla belirler ve bu hususta failin kişisel özellikleri nazara alınarak belirlenen model ajanın neyi öngörüp neyi öngöremeyeceği hususu normun düzenleniş şekli de dikkate alınarak belirlenmelidir. Normun düzenlenişi ile ortaya çıkması muhtemel ve önlenmesi amaçlanan zararlı sonuçların kapsamının bu belirlemede nazara alınması objektif sorumluluk olarak değerlendirilemez. Zira burada model ajanın öngörebileceği neticeler, ihlal olunan hukuk normunun düzenleniş ve hitap şekli itibariyle, kamu davasının sanığının kişisel özellikleri nazara alınarak kendisinin ortaya konan subjektif niteliklerini de kapsayacak bir durumu ortaya çıkarmaktadır. İhlal olunan davranış kalıbının düzenleniş şekli öyle bir özellik arz etmektedir ki kamu davasına konu somut olaydaki sanığın öngörme kabiliyeti ile farklı kişisel özelliklere sahip kişilerin aynı norm karşısındaki durumları nazara alınarak benzerlik göstermektedir. Bu husus, falin kişisel özelliklerinin öngörülebilirlik bakımından dikkate alınmadığı anlamına gelmemekte sadece ihlal olunan davranış kalıbının kapsamı ve önleyicilik gücünün bireylerden beklenebilirliği bakımından bazı durumlarda benzerlik arz edebileceğini ifade etmektedir. Ancak esnek hukuk normlarında model ajanın subjektif özellikleri bakımından her duruma özgü farklı davranış şekli ve öngörülebilirlik ortaya çıkar. Diğer bir anlatımla falin sorumlu tutulduğu netice yazılı ve önleyici hukuk normunun koruma alanı içinde kalmaktadır ki somut olayda da failin subjektif özellikleri yönünden ondan öngörmesi beklenebilecek neticeler bu koruma alanının içinde kalmaktadır.

Buradan hareketle belirtmek gerekirse; kanaatimizce Yüksek 14. Ceza Dairesi suçun sonucunda meydana gelen ağır netice yönünden ‘fail bakımından neticenin öngörülebilir’ olması kavramını yorumlayıp subjektif özellikleri itibariyle failden beklenecek davranışların ve öngörülebilirliğin kapsamının ne olduğunu tespit ederken failden uyması beklenen davranış kalıbını, içeriği ve sınırları yönünden değerlendirme dışı bırakarak ve bu durum gerek hukuki manasıyla gerekse reel alemde karşılık geldiği oluş itibariyle farklı bir duruma işaret ettiği halde, bu hususu nazara almaksızın bir sonuca ulaşmıştır. Yani somut olay kusurluluk yönünden ortaya konulurken failden uyması beklenen davranış kalıbının kaynağı saptanıp buna göre değerlendirme yapılmamıştır.

Taksirle meydana sebebiyet verilen netice, birşeyi yapmayı gerektiren davranış kurallarına aykırı bir davranışın, yani yapılması gereken şeyin yapılmaması veya bir şey yapmamayı gerektiren davranış kurallarına aykırı bir davranışın, yani yapılmaması gereken şeyin yapılmasının ürünü olduğu için faile yüklenir. Failin subjektif bilgi seviyesi ve yetenekleri bakımından kaçınabilir olmasına rağmen, objektif özen yükümlülüğüne aykırı davranarak ve subjektif olarak öngörülebilir olan neticeyi öngörmeyerek hareket ediş olması halinde taksirli sorumluluğunun kabulü gerekir.

Bu hususta taksirin ne olduğundan bahsedilmesinde fayda bulunmaktadır:

Taksirli sorumluluk yapısal olarak;

1-)Kanuni düzenleme,

2-)Neticeye sebep olunmuş olması

3-)Objektif özen yükümlülüğünün ihlali

4-)Suç tipinin subjektif olarak öngörülebilmesi, kavramlarından oluşur.

Bu kez taksirin meydana gelmesi için gerekli şartlar irdelendiğinde;

1-)Davranış kuralının ihlali gereklidir. Davranış kuralının ihlalinde model ajan ölçütü kullanılır. Önce failin içinde bulunduğu somut durumda özenli ve dikkatli bir model ajanın neticenin meydana gelmesini engellemek için nasıl hareket edeceği araştırılır.

2-)Davranış kuralının ihlali ile netice arısında çifte bir bağ bulunmalıdır. Somut olayda meydana gelen netice, davranış kuralı ile korunmak istenen tehlikelerden biri olmalı ve eğer davranış kuralına uygun davranılmış olsa idi bu netice hiçbir zaman meydana gelmeyecekti denilebilmelidir.

3-)Gerçekleşmiş olan somut netice model ajan tarafından öngörülebilir olmalıdır.

4-)Fail, kişisel nitelikleri gereği, davranış kuralını anlama ve davranış kuralına uygun davranma olanağına sahip olmalıdır.

5-)Fail kişisel kapasitesi ve bilgisi dahilinde somut neticeyi öngörebilecek durumda olmalıdır.

Sayılan koşullar ve yukarda izah olunmaya çalışılan diğer hususlar nazara alınarak somut olay irdelendiğinde; objektif özen yükümlülüğü ister kaynağı kanunda gösterilsin, isterse gösterilmesin mutlaka bir hukuki değerle ilintilidir. Bir hukuki değerden soyut bir özen yükümlülüğünden bahsedilemez. Kamu davasına konu olayda bu, yaşı, bedensel ve ruhsal gelişimi itibariyle cinsel ilişki kurulmasının yasaklandığı mağdurenin ‘cinsel dokunulmazlık’ alanıdır ki bu alan yasa koyucu tarafından koruma altına alınarak, ihlali rızanın varlığı halinde dahi suç haline getirilmiştir. Mağdurun cinsel dokunulmazlık alanının korunması sadece fiziksel bir alanın değil hiç şüphesiz onun ruhsal durumunu da içine almış bir kapsama yönelen ve bu alana yapılacak müdahalelerin zararlı sonuçlarından mağdureyi azade kılmaya yönelmiş bir korumadır. Kanunu bilmemenin mazeret sayılmadığı hukuk sisteminde bu alana girmesi yasaklanan kişinin bu alana girmesiyle bu koşul sağlanmıştır.

Suç tipinin subjektif olarak öngörülebilmesi konusu ise; sonucun öngörülebilir olması failin kişisel özellikleri ile ilgilidir. Buradaki mesele, kasıtla gerçekleştirilen fiil sonucu meydana gelen ağır neticenin failin kişisel ve sosyal özellikleri yönünden ‘atipik’ bir sonuç olmadığının belirlenmesine ilişkindir. Aslında kişisel özellikleri itibariyle falin bu sonuçlardan kaçınması imkanının bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. Somut olayda fail, kişisel özellikleri ve sosyal durumu itibariyle 14 yaşında çocukla cinsel ilişkiye girmekle, kanun koyucu bu kurala uymayı emrettiği ve uyulması halinde sonuçların meydana gelmesinin önlenebileceğini bildirdiği halde bu davranış kalıbını ihlal etmekle uyması halinde kaçınabileceği bir sonucun meydana gelmesine sebebiyet vermektedir. Failin buradaki kınanabilirliği, kendisinden uyması beklenen davranış kalıbının ve ihlali durumunun husule getireceği zararların çok açık olarak kendisine bildirilmesinden kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle meydana gelen sonuç fail tarafından öngörülmesi beklenemeyecek ‘atipik’ bir sonuç değildir. Şu halde neticenin öngörülebilir olup olmaması, kaza ve tesadüfle taksiri ayıran sınırdır. Somut olayda kendisinde zeka geriliği bulunmayan failin kişilik özellikleri yönünden meydana gelen sonuç tesadüftür denilemez.

Türk Ceza Kanunun 103/2. maddesinde yasak olan bir neticenin meydana getirilmemesi emredilirken aynı zamanda bu suçla korunan hukuki yarar için tehlike yaratılmaması da emredilmiştir. Bu durumda bahse konu kanun hükmü ihlal edildiğinde, bu ihlal aynı zamanda başka bir netice için de risk teşkil eder. Eğer bu risk gerçekleşir ise fail bu neticeden taksirli olarak sorumlu olur ki bu risk TCK’nun  103/6. maddesiyle açıkça gösterilmiştir ve mağdurun ruh sağlığının bu eylem sonucu bozulabileceği genel olarak toplumun her bireyine özel olarak da kamu davasına konu somut olayın sanığının kişisel özellikleri nazara alınarak belirlenen fail yönünden bilinebilir ve bu itibarla da öngörülebilir hale getirilmiştir. Ceza kanununu bilmemenin hukuken korunmadığı ve esas suç tipindeki eylemi gerçekleştirerek bu riski yaratan kamu davasının sanığı yönünden bu netice öngörülebilir bir netice olarak karşımıza çıkar. Hatta bu açıklama perspektifinde hadisenin bilinçli taksire yaklaşan bir durum arz ettiği dahi söylenebilir.

İtiraza konu olan somut olayda işlenen suç sonucunda meydana gelen ağır netice fail tarafından öngörülmemiş olabilir. Keza taksirin özü de budur. Zira taksirli suçlarda fail her durumda neticeyi öngörmemektedir. Zaten netice fail tarafından öngörülmüş ise ortaya çıkan olayın mahiyetine göre ‘bilinçli taksir’ veya ‘olası kasıt’ kavramlarının tartışılması bahis konusu olacaktır. Diğer bir anlatımla taksirli sorumlulukta fail esasen ‘öngörmediği’ neticeden sorumlu tutulmaktadır.

Kamu davasına konu somut olaydaki fail yönünden olduğu gibi faile benzer özellikler sergileyen benzer kişiler yani failin kişilik özellikleri ve sosyal durumuna göre subjektif manada tespit olunacak model ajan yönünden sonucun öngörülemez olduğu söylenemez. Zira kanun koyucu TCK’nun 103 maddesinde tanımlanan suçu ihdas etmekle, küçük yaştaki çocuk mağdurların beden ve ruh sağlığını korumayı amaçlamaktadır. Burada taksirli sorumluluğun sınırını bizzat ihlal edilen normun gerçekleşmesini önlemek amacında olduğu belli sonuçlar oluşturmaktadır. Fail burada kanunun yasakladığı bir eylemi gerçekleştirerek yasa metninin önlemeyi amaçladığı ve esasen bu kuralı ihlal etmemek yoluyla önleyebileceği bir sonucun gerçekleşmesine iradi hareketiyle sebebiyet vermektedir. Somut olayımızdaki sanığın da sahip olduğu kişilik özellikleri, sosyal durumu, mesleği ve olayın gerçekleşme biçimi nazara alınsa dahi en azından genel manada fiilinin mağdure üzerinde istenmeyen zararlı sonuçlar doğurabileceği öngörüsü sanıktan beklenebilir ve bu hususta sanığa kusur izafe edilebilir.

Sonuç olarak belirtmek gerekirse;

Sanık 15 yaşından küçük bir çocukla cinsel ilişkiye girmekle 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 103/ 2. maddesinde tanımını bulan suçu işlemektedir. Bu suça dair davranışları iradi olarak ortaya koyan sanığın suç teşkil eden bir fiilden kaynaklanacak ağır neticeleri öngörmesinin beklenemeyeceği bir hal içinde olduğundan bahsedilemez. Olayın sergileniş şekli ve sanığın kişisel özellikleri nazara alınarak ortaya çıkan ‘öngörülebilir bir netice’ fail tarafından öngörülmemiştir. Ancak suç teşkil eden bu fiile dair ortaya çıkan ağır neticelerin akıl sağlığı yerinde olan bir fail, hususen kamu davasının sanığı tarafından öngörülebilir olduğu ve bu sonuçların fail yönünden ‘atipik’ olmadığı tartışmadan uzaktır. Taksir; daima istenmeyen zararlı sonuçları önlemeye yönelik ve uyulması zorunlu bir davranış kuralına uymama ve kişiden buna uymasının istenebilirliğinin mümkün olması durumunda gündeme gelir. Yüksek Dairece sanığın taksirinin bulunmadığından söz edilirken failin meydana gelen ağır neticeden sorumlu tutulabilmesi için kanunun aradığı şartların asgarisinin üzerine çıkan bir anlayışla sonuca gidilerek kanımızca hatalı bir hukuki sonuca ulaşılmıştır. Zira 15 yaşından küçük çocuk ile rızası ile de olsa cinsel ilişkiye giren fail yönünden, eylemin mağdurenin ruh durumunda menfi değişikliklere yol açmayacağının öngörülememesi gibi bir durum söz konusu değildir. Anılan bu sebeplerle Yüksek Dairenin TCK’nun 23  maddesi hükmünü nazara alarak TCK’nun  103/6. maddesinin sanık hakkında tatbik edilemeyeceği konusundaki yorumunun kanun koyucunun amacı ve kanun metninin aradığı koşullar ile örtüşmeyen bir yorum olduğu değerlendirilmektedir…”,

Görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat etmiştir.

CMK’nun 308  maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Dairesince 29.09.2014 gün ve 7054-10579 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı hâl olmaksızın 15 yaşından küçük mağdureyle cinsel ilişkiye giren sanığın, zora dayalı olmayan bu eyleminden dolayı ortaya çıkan mağdurenin ruh sağlığındaki bozulmadan sorumlu tutulup tutulamayacağı, sonuç itibarıyla çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan hakkında 5237 Sayılı TCK’nun 103/6. maddesinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Suç tarihinde nüfus ve hastane kayıtları ile uyumlu olarak 14 yaş içerisinde bulunan mağdure …’ın, suç tarihinde 16 yaşı içerisinde olup lise 3. sınıfta öğrenim gören sanık … ile 2007 yılı Temmuz ayında arkadaşları vasıtasıyla tanışarak duygusal ilişki yaşamaya başladığı, Aydın ili İncirliova ilçesinde ikamet eden sanık ve mağdurenin telefon yoluyla ve yüz yüze çok sayıda görüşme yaptıktan sonra 2008 yılı Temmuz ayı içinde mağdurenin ailesine ait evde cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı hal olmaksızın cinsel ilişkiye girdikleri; 02.10.2008 günü mağdurenin, sanıkla arkadaşlığına rıza göstermeyen annesi katılan ile bu hususta tartışıp sonrasında ilaç içerek intihara teşebbüs ettiği, tedavisinin ardından sanık ile cinsel ilişkiye girdiğini anlattığı, katılanın kolluğa müracaat ederek sanıktan şikâyetçi olduğu,

Sanık hakkında yürütülen soruşturma sonrası açılan kamu davası sırasında, İstanbul Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 06.08.2010 tarihli raporda; post travmatik stres bozukluğu tespit edilen mağdurenin sanığın eylemi sebebiyle ruh sağlığının bozulduğunun mütalaa olunduğu,

Anlaşılmaktadır.

5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun suç tarihinde yürürlükte bulunan “Çocukların cinsel istismarı” başlığını taşıyan 103. maddesi;

“(1)Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden;

a-)Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,

b-)Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar,

Anlaşılır.

(2)Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(3)(Değişik:29.6.2005-5377/12 md.) Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.

(4)Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.

(5)Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna dair hükümler uygulanır.

(6)Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.

(7)Suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” hükmünü taşımaktadır.

Görüldüğü gibi maddenin ilk fıkrasında suçun temel şekli, iki, üç, dört ve beşinci fıkralarında suçun nitelikli halleri, altıncı ve yedinci fıkralarında ise fiile bağlı netice sebebiyle ağırlaşmış halleri düzenlenmiştir. Maddenin 6. fıkrasının gerekçesinde; “söz konusu suçun işlenmesi suretiyle mağdurun beden ve ruh sağlığının bozulmasına neden olunması, daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir” denilmiştir.

Somut olayda, eylemin vücuda organ sokulmak suretiyle işlenmiş ve eylem neticesinde mağdurenin ruh sağlığının bozulmuş olması nedeniyle, cinsel istismar suçunun hem nitelikli halinin, hem de neticesi sebebiyle ağırlaşmış halinin bir arada gerçekleştiği görülmektedir.

765 Sayılı TCK’da objektif sorumluluk esasına dayanan düzenlemelere yer verilmiş iken, 5237 Sayılı TCK’da objektif sorumluluk esası benimsenmemiştir. Suçu, “kanunda tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her şartta sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla “kusursuz sorumluluk” terkedilmiş olmaktadır. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, s.161) 765 Sayılı TCK’daki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 Sayılı TCK’da haksızlığın bir gerçekleştirilme şekli olarak kast-taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir. Bu sebeple uyuşmazlığın çözümü için, 5237 Sayılı TCK’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde, suçun manevi unsurları arasında gösterilen kast-taksir kombinasyonu, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suç üzerinde durulmalıdır.

5237 Sayılı TCK’nun “Netice sebebiyle ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesi; “(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir” şeklindedir. Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi halinde, sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.

Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halidir. Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır. Örneğin, cinsel istismar suçunda mağdurun ruh veya beden sağlığının bozulması, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halidir. (Nur Centel, Hamide Zafer, Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınları, İstanbul 2011, 7. Bası, s. 407 vd.; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A.Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Bası, Ankara 2014, s. 361 vd;)

Cinsel istismar suçlarında, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halinin söz konusu olduğu ve gerek uygulamada gerekse öğretide kabul edildiği üzere ortada bağımsız bir suç bulunmayıp, meydana gelen ağır neticeden dolayı cezanın ağırlaştırıldığı kabul edilmektedir. Mağdurun ruh sağlığının bozulması halinde, bağımsız ve müstakil ceza belirlenmesini gerektiren bir suç hali bulunmayıp, suçun temel şekline nazaran cezanın daha ağır belirlenmesini gerektiren bir artırım nedeni söz konusudur. Cezanın hesaplanmasında bu hal diğer artırım sebebiyle birlikte gözetilecektir.

Kanunda beden veya ruh sağlığının bozulması kavramlarının tanımına yer verilmemiş olup, Anayasa Mahkemesi’nin 26.02.2009 gün ve 96-34 Sayılı kararında da belirtildiği üzere; kanun koyucu burada, mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halini cinsel istismar suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hali olarak öngörmüş ve bu kavramın her somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesini ise uygulamaya bırakmıştır. Beden veya ruh sağlığının bozulup bozulmadığı konusu, mağdurların yaşı, bedensel gelişim derecesi, ruhsal, sosyal ve kültürel yapılarına göre göreceli bir nitelik taşıdığından, söz konusu durumun her somut olayda ilgili uzmanların raporlarıyla ortaya konulması gerekmektedir.

Diğer taraftan 5237 Sayılı TCK’nun “cezanın belirlenmesini” düzenleyen 61. maddesinin 1. fıkrası; “Hakim, somut olayda; a) Suçun işleniş biçimini, b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları, c) Suçun işlendiği zaman ve yeri, d) Suçun konusunun önem ve değerini, e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını, g) Failin güttüğü amaç ve saiki, göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler” şeklinde hüküm altına alınmış ve kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan cezalandırılmasına karar verilen, oluş ve kabul yönünden bir uyuşmazlık bulunmayan olayda; vücuda organ sokulması suretiyle gerçekleştirilen eylem sebebiyle mağdurenin ruh sağlığının bozulduğu Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu raporuyla belirlenmiş ise de; lise 3. sınıfta öğrenim gören, küçük bir ilçede yaşayan ve henüz 16 yaşının içinde olup mağdureden sadece iki yaş büyük olan sanık …’in içinde bulunduğu sosyal ortam, eğitim düzeyi ve kişisel özellikleri gözetildiğinde, mağdure ile cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı hal olmaksızın cinsel ilişkiye girmesi sonucunda mağdurenin ruh sağlığının bozulacağını öngöremeyeceği ve TCK’nun 23 maddesi gereğince ortaya çıkan bu ağır neticede taksir derecesinde dahi kusurunun bulunmaması sebebiyle cezasının TCK’nun103/6. maddesi kapsamında artırılamayacağı, ancak ortaya çıkan zararın TCK 61 maddesi uyarınca cezanın bireyselleştirilmesinde dikkate alınması gerektiği kabul edilmelidir.

Bu itibarla; yerel mahkeme hükmünün bozulmasına dair Özel Daire kararı isabetli olup, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi; “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,

1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2-) Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 07.02.2017 tarihinde yapılan ilk müzakerede yeterli yasal çoğunluk sağlanamadığından, 21.02.2017 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

 

T.C.

YARGITAY

  1. CEZA DAİRESİ
    2014/8987
    2017/2510
    9.5.2017

İlk derece mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Katılan vekilinin, sanıklar haklarında çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçundan verilen beraat hükümlerine yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;

TCK’nın 234/3. maddesinde düzenlenen suçun mağdurunun kaçırılan yada alıkonulan çocuğun kanuni temsilcisi olduğu ve nüfus kayıt örneğine göre suç tarihinde onaltı yaşı içerisinde bulunan mağdure bu suçtan zarar görmesi söz konusu olmadığından vekilinin davaya katılma ve hükümleri temyize hakkı bulunmadığı gibi bu suç yönünden verilen katılma kararı da temyiz hakkı vermeyeceğinden, vekilin anılan hükümlere yönelik temyiz isteminin 5320 Sayılı Kanun’un  8/1. maddesi gözetilerek 1412 Sayılı CMUK’nın  317 maddesi uyarınca REDDİNE,

Sanık … hakkında reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan verilen düşme hükmünün incelenmesinde;

Delilleri takdir ve gerekçesi gösterilmek suretiyle verilen düşme hükmü usul ve kanuna uygun olduğundan, katılanlar vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA,

Sanıklar haklarında çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçundan verilen beraat hükümlerine yönelik katılanlar vekilinin temyiz isteminin incelenmesine gelince;

Dosya içeriğine göre, onbeş-onsekiz yaş grubundaki mağdurenin cebir, tehdit veya hile kullanılmaksızın sanıkla rızasıyla kaçıp diğer sanığın evinde kaldıklarının anlaşılması karşısında, eylemlerinin TCK’nın  234/3. maddesinde düzenlenen çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunu oluşturduğu gözetilerek, öncelikle sanığın 01.09.2009 tarihinde mağdureye yönelik işlediği çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçundan dolayı Bartın Cumhuriyet Başsavcılığının 04.09.2009 gün ve 2009/3785 soruşturma, 2009/96 Karar sayılı tefrik kararı ile ana dosyadan ayrılan diğer soruşturma dosyasının akıbeti de araştırılarak sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiğinin gözetilmemesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı, katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gözetilerek 1412 Sayılı CMUK’nın  321 maddesi uyarınca BOZULMASINA, 09.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas No    :                 Karar No :             İtirazname :
2014/14-600                 2015/194                2011/362736 

Y A R G I T A Y     K A R A R I

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi  :
14. Ceza Dairesi
Mahkemesi         : BURSA 4. Ağır Ceza
Günü                  : 23.06.2011
Sayısı                 : 176 – 230
Davacı                : K.H.
Katılan                : V.Ş.
Sanık                  : R.A.

Nitelikli cinsel saldırı suçuna teşebbüsten sanık R. Aydın’ın 5237 sayılı TCK’nun 102/2, 35 ve 62. maddeleri gereğince bir yıl beş ay on beş gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.06.2011 gün ve 176-230 sayılı hükmün sanık müdafi ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 22.01.2014 gün ve 3628-725 sayı ile;

“Sanığın mağdurun arkasından yatak odasına girerek elleriyle arkadan mağdura sarıldığı, göğüslerini sıkıp okşadığı şeklindeki eyleminin TCK’nun 102/1. maddesindeki basit cinsel saldırı suçunu oluşturduğu gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 11.04.2014 gün ve 362736 sayı ile;

“Sanığın mağdurenin evinde yalnız bulunduğu sırada, yatak odasında temizlik yapmakta olan mağdurenin peşinden gidip arkasından sarılarak göğüslerini sıktığı ve açıkça ‘sus bağırma, sen bu işi yapıyormuşsun, birlikte yapalım’ sözleriyle cinsel ilişkiye girmek istediğini belirtmek suretiyle sanığın kastının ‘nitelikli cinsel saldırı’ suçuna yönelik olduğu ve suçun doğrudan doğruya icrasına “elverişli hareketlerle” başladığı, ancak mağdurun bir yandan kendisini iterek elinden kurtulması diğer yandan bağırması nedeniyle sanığın elinde olmayan nedenlerle suçu tamamlayamadığı, olay yeri ve zamanı göz önünde tutulduğunda, mağdurun direnç göstermesi ve bağırması üzerine, yakalanma riski ortaya çıkan sanığın fiiline son vermesi gönüllü vazgeçme olarak değerlendirilemeyeceği, fiilinin ‘nitelikli cinsel saldırıya teşebbüs’ suçunu oluşturacağı” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

5271 sayılı CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 25.06.2014 gün ve 4505-8743 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

   TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın basit cinsel saldırı suçundan TCK’nun 102/1. maddesi uyarınca cezalandırılması gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Sanık ile katılanın ailece görüştükleri ve aynı mahallede oturdukları, olay günü saat 09.30 sıralarında katılanın evde yalnız olduğu halde temizlik yaptığı, evin havalandırılması için evin kapı ve pencerelerini açtığı, sanığın açık olan kapıdan girerek “yenge ben işten geldim, yorgunum, hanım köye gitti. Bana çay yapar mısın” dediği, katılanın “çocuğum dışarıda oynuyor çay koyayım onunla birlikte kahvaltı yaparsın” diye cevap verdiği, çayı demledikten sonra ev işlerine devam ederek yatak odasına gittiği, bu sırada sanığın katılanın peşinden yatak odasına giderek arkasından sarıldığı, göğüslerini sıktığı, bağırmakta olan katılana “sus bağırma, sen bu işi yapıyormuşsun, birlikte yapalım” dediği, katılanın sanığı iterek  bağırmaya başlaması  üzerine sanığın koridora çıktığı ve tekrar “senle yapalım” dediği, katılanın koridora doğru bir tahta fırlattığı, mutfağa doğru bıçak almaya yöneldiğinde sanığın evden kaçması ile fiilin sona erdiği, Anlaşılmaktadır.

Katılan Vesile Ş.; sanığın eşinin köylüsü olduğunu, bu nedenle birbirleri ile devamlı görüştüklerini, olay günü evini havalandırdığını ve temizlik yaptığını, o sırada 11 yaşındaki çocuğunun sokakta oynadığını, sanığın saat 09.30 sıralarında açık olan kapıdan içeri girdiğini, işten geldiğini ve yorgun olduğunu söyleyip kendisinden çay yapmasını istediğini, sanığa çocuğunun dışarıda oynadığını o gelince birlikte kahvaltı yaparsınız dediğini temizliğe devam etmek için yatak odasına geçtiğini, sanığın arkasından odaya girip vücuduna sarıldığını ve göğüslerini sıktığını, sanığı iteklediğini, sanığın “sus bağırma sen bu işi yapıyormuşsun, beraber yapalım” dediğini,  bağırınca sanığın koridora çıktığını, burada iken eline geçirdiği tahta parçasını sanığa fırlattığını, sanığın koridorda iken tekrar beraberlik teklif ettiğini,  mutfakta bıçak almaya yönelince  sanığın kaçtığını beyan ettiği.

Sanığın, soruşturma esnasında; katılanın eşi ile arkadaş olduğunu, ailecek birbirlerine gidip geldiklerini, olay günü akşam alkol aldığını, sabah uyandığında alkolün etkisinin geçmediğini saat 09.30 sıralarında katılanın eşi olan arkadaşı Necati’yi görmek için ikametine gittiğini, açık olan kapıdan içeri girdiğini, Necati’nin evde olmadığını, katılanın evde olduğunu, katılana “Yenge ben yorgunum bana çay yapar mısın” dediğini, katılanın kendisine çay demlediğini daha sonra yatak odasına geçtiğini, kendisinin de peşinden gittiğini, yüz yüze geldikleri esnada katılana sarıldığını, katılanın kendisine karşılık vermediğini, ‘çık dışarı’ diye bağırması üzerine evi terk ettiğini,

Kovuşturma aşamasında; katılanın eşinin evde olduğunu düşünerek eve gittiğini ancak evde olmadığını, katılana “çay yapar mısın” dediğini, katılanın yer sofrası hazırladığını,  “yumurta pişireyim” dediğinde “gerek yok” diyerek katılanın elini ittirdiğini bunun üzerine katılanın bağırdığını, bağırması üzerine de evden çıktığını, katılana karşı herhangi bir cinsel saldırı eylemi olmadığını savunduğu anlaşılmaktadır.

6545 sayılı kanun ile değişiklikten önceki Türk Ceza Kanununun 102. maddesinde cinsel saldırı suçu;

“1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır…”
Şeklinde düzenlenmiştir.

Basit cinsel saldırı suçunun oluşabilmesi için eylemin cinsel ilişki boyutuna ulaşmaması gerekir. Eylem, vücuda organ veya sair bir cisim sokmaya yönelikse veya fiil de işlenmişse, basit cinsel saldırı değil, ikinci fıkrada düzenlenen nitelikli cinsel saldırı suçu söz konusu olacaktır. Bu ayırımın yapılabilmesi için failin kastının ve gerçekleştirdiği davranışların hangi fiile yönelik olduğunun belirlenmesi gerekir. Failin amacı ve davranışları vücuda organ veya sair bir cisim sokmak olmaksızın cinsel duyguları tatmine yönelik ise basit cinsel saldırı, amacı ve davranışları vücuda organ veya sair bir cisim sokmaya yönelik olmakla birlikte eylemin elinde bulunmayan nedenlerle gerçekleştirilememesi halinde ise ikinci fıkrada düzenlenen nitelikli cinsel saldırı suçuna teşebbüs söz konusu olacaktır. Madde metninde “sair bir cisim” ibaresine yer verilmesi karşısında suçun temel şeklinin aksine, ikinci fıkrada tanımlanan nitelikli hâlinin oluşabilmesi için eylemin cinsel arzularının tatmini amacına yönelik olması şart değildir.

Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki sonuca ulaşılabilmesi bakımından suça teşebbüs kavramı üzerinde de durulmalıdır.

TCK’nun 35. maddesinin birinci fıkrasında; “kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur” şeklinde tanımlanan teşebbüsün varlığından söz edilebilmesi için;

1- Kasıtlı bir suç işleme kararı olmalı,

2- Elverişli hareketlerle suçun doğrudan doğruya icrasına başlanmalı,

3- Failin elinde bulunmayan nedenlerle suç tamamlanamamalı ya da amaçlanan sonuç gerçekleşmemelidir.

Suça teşebbüste fail, suçu tamamlamak amacıyla hareket etmesine karşın, elinde olmayan nedenlerden dolayı fiilini gerçekleştirememekte, bu durumda kişiye tamamlanmış suça oranla daha az ceza verilmektedir.

Sanığın eyleminin belirlenmesi açısından “elverişli hareketlerle suçun doğrudan doğruya icrasına başlama” şartı da değerlendirilmelidir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 35. maddesinin gerekçesinde; 765 sayılı Kanundaki “eksik – tam teşebbüs” ayrımına son verildiği, bu ayırımın objektif bir ölçütünün bulunmadığı ve uygulamada bir takım tereddütlere yol açtığı belirtildikten sonra, getirilen diğer bir yeniliğin icra hareketlerinin başlangıcına ilişkin olduğu, “failin kastının şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkmasıyla icranın başlayacağı” yolundaki sübjektif ölçütün kabul edilmesi durumunda kişinin düşüncesi ve yaşam tarzı dolayısıyla cezalandırılmasına varabilecek bir uygulamaya yol açılacağı, çünkü hazırlık hareketleri aşamasında da kastın varlığının şüpheye yer vermeyecek biçimde tespit edilebilmesinin mümkün bulunduğu, suçun icrasıyla ilgisiz davranışların dahi suç kastını ortaya koyduğu gerekçesiyle cezalandırılabileceği, o nedenle tasarıdaki “kastı şüpheye yer bırakmayacak”  kriterinin madde metninden çıkartılarak “doğrudan doğruya icraya başlama” ölçütünün kabul edildiği, böylece işlenmek istenen suç tipiyle belirli bir yakınlık ve bağlantı içindeki hareketlerin yapılması halinde suçun icrasına başlanılmış sayılacağı açıklanmış; ayrıca kullanılan aracın suçun kanuni tanımında öngörülen fiili meydana getirmeye elverişli olması gerektiği, ancak elverişliliğin sadece kullanılan araç bakımından değil, suçun konusu da dâhil olmak üzere bütün fiil yönünden bulunması gerektiği, bu nedenle maddeye, suça teşebbüsün bu unsurunu tam anlamıyla ifade eden “uygun hareketler” kavramının dâhil edildiği belirtilmiştir.

Görüldüğü gibi 765 sayılı Kanunda icra hareketlerinin başlangıcı konusunda açık bir ifadeye yer verilmezken, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda doğrudan doğruya icraya başlama ölçütü kabul edilmiştir. Ancak soyut olan bu kavramın nasıl anlaşılması gerektiği konusu açık olmayıp, cezalandırılabilen davranışın ne zaman başladığını belirlemek her zaman kolay değildir.

Genel olarak suçun dış dünyada oluşmaya başladığı süreç, “hazırlık hareketleri” ve “icra hareketleri” olmak üzere birbirinden farklı iki aşamaya ayrılmaktadır. Suçu işlemek için kullanılacak âletlerin üretilmesi ya da temin edilmesi, eylem yerinin araştırılması veya gözetlenmesi, eylemle ilgili çeşitli bilgiler toplanması, suç işlendikten sonra sorumlu tutulmayı önleyici tedbirler alınması, suçtan elde edilecek eşyalar için güvenli bir yer ayarlanması gibi fiiller hazırlık hareketleri olup, suç tipini oluşturan icra hareketlerinden önce gerçekleştirilen ve cezalandırılmayan davranışlardır.

Teşebbüs ise, suçun tamamlanmasından önce, fakat hazırlık hareketleri aşamasından sonra gelen, başlanmış ancak bitirilememiş bir eylemli aşamayı ifade eder. Bu kapsamda cezalandırılabilir davranışların, yani suça teşebbüsün sınırlarının saptanması, diğer bir ifadeyle suç yolunda ilerleyen sanıkla ilgili olarak hangi andan itibaren ceza hukukunun devreye gireceği sorununun çözülmesi gerekmektedir.

Öğretide; 5237 sayılı TCK’nın 35. maddesinde teşebbüs açısından, “doğrudan doğruya icraya başlama” ölçütünün kabul edilmesiyle “objektif teori”nin benimsendiği, suçun kanuni tanımında unsur veya nitelikli hal olarak belirtilmiş hareketlerin gerçekleştirilmesi halinde icra hareketlerinin başladığının kabul edilmesi, örneğin öldürmek için silahını hasmına doğrultarak nişan alınmasının icra hareketleri sayılması gerektiği, ancak öldürmek için silah veya zehir satın alınmasının belirleyici bir niteliğe sahip bulunmaması nedeniyle hazırlık hareketi sayılabileceği belirtilmiştir. (M. Koca–İ. Üzülmez; Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 6. Baskı, 2013, s. 393)

Özetle; bir kimsenin suça teşebbüsten dolayı cezalandırılabilmesi için, yapılan hareketlerin objektif olarak suçun kanuni tanımında öngörülen sonucu meydana getirmeye elverişli olmasıyla birlikte, aracın fail tarafından bu sonucu gerçekleştirmeye uygun biçimde kullanılması, ancak failin elinde olmayan nedenlerle icra hareketlerinin tamamlanamaması ya da tamamlanmasına karşın, sonucun gerçekleşmemesi gerekir.

Öte yandan 5237 sayılı TCK’nun “Gönüllü Vazgeçme” başlıklı 36. maddesinde; “Fail, suçun icra hareketlerinden gönüllü vazgeçer veya kendi çabalarıyla suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz; fakat tamam olan kısım esasen bir suç oluşturduğu takdirde, sadece o suça ait ceza ile cezalandırılır” şeklindeki düzenlemeye yer verilmiştir.

Kanundaki tanım uyarınca gönüllü vazgeçme ile teşebbüs arasındaki ayrım şu şekilde özetlenebilir: Teşebbüs, suçun tamamlanması veya neticenin gerçekleşmesinin, failin elinde olmayan nedenlerle meydana gelmemesi olarak tanımlanmışken, gönüllü vazgeçmede failin iradi hareketi veya çabası ile icra hareketlerinin terkedilmesi ya da suçun tamamlanmasının önlenmesi sözkonusudur. Suç tamamlanmadan veya sonuca ulaşılmadan önce vazgeçme gerçekleştiğinden, gönüllü vazgeçme etkin pişmanlıktan da farklıdır. Etkin pişmanlık, suçun tamamlanmasından sonraki pişmanlığı düzenlemekte ve tamamlanan bir suçun yol açtığı zararın giderilmesi, eski hale getirilmesi ya da malın iadesini kapsamaktadır.
Gönüllü vazgeçmenin şartları ve sonuçları TCK’nun 36. maddesinin gerekçesinde; “Gerek icra hareketleri aşamasında gerekse icra hareketlerinin bitmesinden sonra, failin suçu tamamlamaktan gönüllü olarak vazgeçmesini teşvik etmek modern suç politikasının temel araçlarından biridir. 765 sayılı Türk Ceza Kanununda sadece icra hareketlerinin devamı aşamasında kabul edilen gönüllü vazgeçme, icra hareketlerinin bittiği ancak neticenin meydana gelmediği olaylar bakımından da öngörülmüştür. Böylece suçun icrası sürecindeki bütün aşamalarda gönüllü vazgeçme mümkün hâle gelmektedir. Ancak icra hareketlerinin bitmesinden sonra gönüllü vazgeçmenin kabulü için, vazgeçenin suçun tamamlanmasını önlemek bakımından ciddi bir çaba göstermesi gerekmektedir.

Gönüllü vazgeçme hâlinde kişiye ceza verilmemekte, ancak o ana kadar yapılan hareketler ayrıca bir suç oluşturuyorsa sadece o suçtan sorumlu tutulmaktadır.
Suç bütün unsurlarıyla tamamlandıktan sonra örneğin çalınan eşyanın geri verilmesi veya kaçırılan kişinin serbest bırakılması hâllerinde, artık vazgeçme değil etkin pişmanlık söz konusudur…”  biçiminde açıklanmıştır.

Madde gerekçesinde de özenle vurgulandığı üzere, 765 sayılı TCK’nun uygulanmasında sadece icra hareketlerinin devamı aşamasında kabul edilen gönüllü vazgeçme, 5237 sayılı TCK’nun uygulanmasında icra hareketlerinin bittiği ancak neticenin meydana gelmediği olaylar bakımından da öngörülmüş, böylece neticenin meydana gelmesine kadar bütün aşamalarda gönüllü vazgeçmenin mümkün olduğu kabul edilmiştir.

Öğretide; “Yeni TCK sisteminde, gönüllü vazgeçme; gerek icra hareketleri aşamasında, gerekse icra hareketlerinin bitmesinden sonra, failin suçu tamamlamaktan gönüllü vazgeçmesini ifade etmektedir. Suçun icrası tamamlanıncaya, neticenin ayrıca unsur oluşturduğu suçlarda, netice gerçekleşinceye kadar, gönüllü vazgeçme mümkündür… Vazgeçmenin gönüllü olması gerekir. Yani herhangi bir engel olmaksızın, pişmanlık duyarak kişinin suç işlemekten vazgeçmiş olması gerekir” (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Bası, Ankara 2013, s.478)

“Teşebbüs halinde faildeki suç işleme düşüncesi ve kastı sürmektedir. Gönüllü vazgeçmede ise fail eyleminden dönüp, suçun oluşmasını önlemeye çabalamaktadır. Kişilere pişman olma olanağı tanınması, onların suç işlemeden topluma kazandırılması, cezalandırılma ile elde edilecek yarardan çok daha faydalı görülmektedir. Kanunumuzda yer alan düzenlemenin temelinde, eylemin vazgeçme anına kadar icra edilmesi dolayısıyla bir haksızlık teşkil ettiği, ancak suç politikası gereği cezalandırılmak istenilmediği fikrinin yattığı söylenebilir. Bu husus madde metninde; vazgeçme halinde failin teşebbüsten dolayı cezalandırılmayacağı ve fakat tamam olan kısmın suç oluşturması durumunda o suçun cezası ile cezalandırılacağının açıklandığı cümlelerden anlaşılmaktadır” (Osman Yaşar – Hasan Tahsin Gökcan – Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 1. Cilt, Adalet Yayınevi 2. Bası, Ankara 2014, s. 1096),

“İcra hareketlerinden vazgeçme negatif bir özelliğe sahiptir…Bu durumda failin soyut durması yetecek ve aktif bir davranış gerekmeyecektir. Suçun tamamlanmasını veya sonucun gerçekleşmesini önlemek ise, pozitif bir özellik taşır; bir diğer deyişle sonucu önleyecek yeni bir faaliyetin icra edilmesini gerektirir” (Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s.475),

“Elde olmayan sebeplerle icra hareketlerinin tamamlanamaması veya neticenin gerçekleştirilememesi teşebbüsün kurucu unsurunu oluşturmaktadır. Buna göre icra hareketlerinin taamlanmaması veya neticenin gerçekleşmemesi failin elinde olan sebeplerden kaynaklanmışsa teşebbüsten söz edilmeyecektir. Gönüllü vazgeçme olarak nitelenen bu durum TCK’nun 36. maddesinde düzenlenmiştir” (Mahmut Koca- İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. Bası, Ankara 2013, s.412),
“Fail, sonucu gerçekleştirebilme ve icra hareketlerini devam ettirebilme olanağına sahip olduğu halde, bunu ettirmemiş ise, vazgeçme gönüllüdür. Ancak, istediği halde, buna olanak bulunmadığı için hareketlerini devam ettirmemiş ise, vazgeçme gönüllü değildir” (Nur Centel – Hamide Zafer – Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul 2005, s. 478) şeklindeki açıklamalarla gönüllü vazgeçmenin saptanmasında gözönüne alınacak kriterler ortaya konulmuştur.

Yargısal kararlarda da, suç yolunda (iter criminis) ilerleyen sanık daha fazla ilerleme imkanına ve kanaatine sahip olduğu halde, suç yolunda ilerlemeyerek icrayı yarıda bırakmışsa ya da icra hareketleri tamamlandıktan sonra kendi çabası ile sonucun meydana gelmesini önlemişse vazgeçmenin gönüllü olduğu, buna karşılık fail icraya başlarken gözönünde tuttuğu ve hesaba kattığı risklerden başka bir faktör nedeniyle icra hareketlerine devam etmemişse ya da sonuca ulaşamamışsa vazgeçmenin gönüllü olmadığı, bu halde icra hareketleri failin elinde olmayan engelleyici nedenlerle bitirilemediğinden ya da sonuç failin elinde olmayan nedenlerle meydana gelmediğinden teşebbüsün sözkonusu olduğu vurgulanmıştır.
Gerek öğreti gerekse yerleşmiş yargısal kararlarda yer alan bu kabullere göre gönüllü vazgeçmenin varlığı için aranan şartlar şu şekilde sıralanabilir:

1- Öncelikle kasıtlı bir suçun işlenmesine yönelik olarak icra hareketlerine başlanmalı,

2- Suç tamamlanmadan önce vazgeçme gerçekleşmeli,

3- Vazgeçmenin konusu; icra hareketinin devamına, suçun tamamlanmasına ya da sonucun gerçekleşmesine yönelik bulunmalı yani sanık ya suçun icra hareketlerinden vazgeçmeli ya da kendi çabalarıyla suçun tamamlanmasını veya sonucun gerçekleşmesini önlemeli,

4- Vazgeçme gönüllü olmalı yani fail suçun icra hareketlerini isteyerek terketmeli ya da suçun tamamlanmasını veya sonucun gerçekleşmesini isteyerek önlemeli,

5- Suçun tamamlanmasının önlenmesi veya sonucun gerçekleşmesinin engellenmesi, failin çabalarıyla meydana gelmelidir. Sonuç başka bir nedenle önlenmiş ise kural olarak gönüllü vazgeçme oluşmayacak ve fail 5237 sayılı TCK’nun 36. maddesinden yararlanamayacaktır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın, olay günü  ailece görüştükleri yalnız olduğunu bildiği katılanın evine gittiği ve evin havalandırılması için açık bırakılan kapısından içeriye girerek katılandan yorgun olduğunu söyleyip çay yapmasını istediği, katılanın ailece görüştükleri için sanığın bu isteğini kabul edip  çayı demledikten sonra ev işlerine devam etmek için yatak odasına geçtiği, sanığın katılanın arkasından yatak odasına giderek katılana sarıldığı ve göğüslerini sıktığı, bağırmakta olan katılana “sus bağırma, sen bu işi yapıyormuşsun, birlikte yapalım” dediği, katılanın kurtulmak için sanığı iterek bağırmaya başlaması üzerine sanığın koridora çıktığı ve tekrar “senle yapalım” dediği, katılanın koridora doğru bir tahta fırlattığı, mutfağa doğru bıçak almaya yöneldiğinde sanığın evden çıkması ile fiilin sona erdiği olayda, sanığın katılana sarılmak ve katılanın göğüslerini sıkmak suretiyle icra hareketlerine başladığı, bu sırada katılana söylediği “sus bağırma, sen bu işi yapıyormuşsun, birlikte yapalım” sözleri ve koridorda birliktelik teklifini sürdürmesi sanığın kastının nitelikli cinsel saldırı suçuna ilişkin olduğu, fakat sanığın dosya kapsamı ve olay yerinin özelliklerine göre evde yalnız olan mağdureye karşı icra hareketlerini devam ettirebilme ve arzu ettiği sonucu gerçekleştirebilme imkanı var  olduğu halde  ciddi bir engel bulunmamasına karşın kemali isteği ile eylemine son vererek evden ayrıldığı, anlaşılmakla 5237 sayılı Kanunun 36. maddesi hükmü uyarınca eyleminin o ana kadar tamamlanmış kısmı olan  basit cinsel saldırı suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi gerekmektedir.

Bu itibarla; sanığın basit cinsel saldırı suçundan  cezalandırılması gerektiğine ilişkin   Özel Daire kararı isabetli olup,  itirazın reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan  dört Genel Kurul Üyesi; itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşıoy kullanmışlardır.

SONUÇ:

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,

26.05.2015 tarihinde yapılan ilk müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından 09.06.2015 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

Ceza Genel Kurulu         2014/810 E.  ,  2015/268 K.

“İçtihat Metni”

İtirazname :2014/251887
Mahkemesi : İSTANBUL ANADOLU 4. Ağır Ceza
Günü : 03.10.2013
Sayısı : 358-270

Sanık C.. T..’nin nitelikli cinsel saldırı suçundan TCK’nun 102/2. maddesi uyarınca 8 yıl, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan aynı kanunun 109/2-5, 53/1, 58/7 ve 63. maddeleri uyarınca 4 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve cezalarının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin, İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 03.10.2013 gün ve 358-270 sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı ve sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 31.03.2014 gün ve 452-4187 sayı ile; onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 25.09.2014 gün ve 251887 sayı ile; “…Katılanın 35 yaşında, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim İktisat Fakültesi 4 sınıftan terk, daha önce 2 defa evlilik yaptığı ve çocuğunun olduğu, bir temizlik şirketinde yönetici olarak çalıştığı dikkate alındığında eğitim ve kültür seviyesinin içinde bulunduğu şartları ve olayları anlama ve gerekli davranışları gösterme kabiliyeti yönünden yeterli olduğu konusunda şüphe bulunmamaktadır.
Katılanın beyanına göre, suç tarihinde internette “……..” isimli arkadaşlık sitesinde saat 13.00 de tanıştığı sanık ile aynı gün saat 15.00’de buluştukları, sanığın eve uğraması gerektiğini söylemesi üzerine marketten bira ve sigara alarak eve gittikleri, sanığın katılanın da eve girmesi için ısrar etmesi üzerine eve girdiği, ev içinde sanığın cebir ve tehdit kullanarak mağdura saldırıp, yaklaşık iki saat süre ile rızası dışında anal, oral ve vajinal yoldan ırzına geçilip, yine rızası dışında fotoğraflarının çekildiği ve daha sonra buradan ayrılarak evine gittiği, ertesi gün sanığın kendisini ısrarla telefonla araması ve mesajlar göndermesi nedeniyle, olaydan yaklaşık 23 saat sonra polis merkezine giderek şikayette bulunduğu;
Olaylar değerlendirildiğin de, sanık ile katılanın aynı gün tanıştıkları ve 2 saat içinde buluştukları, sanığın evine uğraması gerektiği bahanesi üzerine bira alarak katılan ile birlikte eve gittikleri, her ne kadar katılan rızası dışında sanık tarafından evinde bir işi bulunduğu gerekçesiyle kandırılarak eve girdiğini iddia etmiş ise de, katılanın eğitim ve kültür seviyesi dikkate alındığında, böyle bir teklif karşısında daha önceden tanımadığı ve elinde bira bulunan sanığın evine girmeme kabiliyetine, girdikten sonra ise şehir merkezinde bulunan evde sanığın cinsel saldırısı karşısında bağırarak yardım isteme, ya da direnme yeteneğine sahip olmasına rağmen, bunlardan hiç birini yapmadığı, üzerindeki giysilerde yırtılma izlerinin bulunmadığı, vücudunun hassas bölgelerinde darp cebir izine rastlanmadığı, Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen 28.11.2011 tarihli raporda belirtilen ‘sol gluteal bölgede bulunan 5×2 cm çapındaki ekimoz izlerinin livataya bağlı cinsel ilişkiden kaynaklanan sevişme izleri olabileceği’, ‘sağ el 1. parmakta bulunan ekimoz’ izinin ise sanığın savunması, gerçekleşen eylemlerin sayısı ve süresi dikkate alındığında tek başına eylemin zorla gerçekleştiğine yönelik delil olarak kabul edilemeyecek derecede basit nitelikte bir ekimoz olması, ayrıca katılana ait fotoğrafların incelenmesinde eylemlerin zorla gerçekleştirildiğine yönelik olarak katılanın bir görüntü sergilemediği gibi, tam tersine eylemlerin katılanın rızası ve isteği ile gerçekleştiğine ilişkin bir görüntü sergilendiği, deliller katılanın beyanlarının samimiyetinden kuşku duyulmasını gerektirir nitelikte olduğu,
Oluşa ve tüm dosya kapsamına göre; katılan hakkında tanzim edilen doktor raporlarında cinsel saldırıya ilişkin bir bulgunun elde edilememiş olması, sanığın tüm aşamalarda mağdure ile rızaya dayalı cinsel ilişkide bulunduğunu savunması, katılanın eğitim ve kültür seviyesi dikkate alındığında, olaydan hemen sonra soruşturma makamlarına başvurmamasının haklı ve kabul edilebilir bir gerekçesi olmaması, sanığın ilişkilerinin fotoğrafını çekip, mağdurun tekrar gelmesi için ısrarla telefon açması üzerine olaydan yaklaşık 23 saat sonra karakola müracatta bulunması karşısında, savunmanın aksine, sanığın mağdure ile rızası dışında cinsel ilişkiye girdiğine ve zorla alıkoyduğuna dair her türlü şüpheden uzak, kesin, somut ve inandırıcı bir delilin bulunmaması, ceza hukukunun genel prensibi doğrultusunda şüpheden sanık yararlanacağından bahisle atılı suçlardan beraat kararı verilmesi gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
5271 sayılı CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 03.11.2014 gün ve 9009-12013 sayı ile; itiraz nedenleri yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında şantaj suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, nitelikli cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından kurulan mahkûmiyet hükümleriyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, nitelikli cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının sabit olup olmadığının tespitine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Suç tarihinde 35 yaşında olan katılanın, daha önce iki kez evlilik yapıp boşandığı, bu evliliklerinden bir çocuğunun bulunduğu, halen bir temizlik şirketinde yönetici olarak çalıştığı, İstanbul’da annesi ile birlikte kaldığı ve Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim İktisat Fakültesi’ni 4. sınıfta terk ettiği, sanığın ise 15.04.1979 doğumlu, bekâr ve taksi şoförü olup adam öldürme, yaralama ve hırsızlık suçlarından sabıkalı olduğu,
28.11.2011 günü saat 15.30 sularında Kadıköy Asayiş Şube Müdürlüğüne müracaat eden katılanın; 27.11.2011 günü saat 13.00 sularında internette “…..” isimli sohbet paylaşım ve arkadaşlık sitesinde tanıştığı ve aynı gün saat 15.00 de N…simli alışveriş merkezi önünde buluştuğu ve ısrarı üzerine evine gittiği sanığın kendisine saldırdığını, tokat atarak üzerindeki kıyafetleri ve iç çamaşırlarını çıkardığını, yaklaşık iki saat süre ile rızası dışında anal, oral ve vajinal yoldan ırzına geçtiğini, ilişki sırasında cep telefonu ile fotoğraflarını çektiğini, sonrasında “fotoğraflarını çektim, bunlar elimde olduğu sürece ben çağırınca geleceksin, eve gidince beni ara, sakın aptallık edip polise gitme” diyerek tehdit ettiğini, akabinde kıyafetlerini giyerek saat 17.00 sıralarında buradan ayrıldığını ve evine giderek yattığını, ancak sanığın kendisini ısrarla arayıp, mesajlar attığını beyan ederek şikayetçi olması üzerine başlatılan soruşturma sırasında yakalanan sanığın üzerinde yapılan aramada 0 539 972 5999 nolu cep telefonunun ele geçirildiği ve Kadıköy 6. Sulh Ceza Mahkemesinin kararı üzerine cep telefonuna elkonulduğu,
Elkoyma işleminden sonra sanığa ait cep telefonunda yapılan incelemede; katılan ile girdiği cinsel ilişki sırasında çekilmiş fotoğraflara rastlandığı,
Katılana ait telefonda yapılan incelemede ise; sanığa ait 0 53.. … .. .. nolu cep telefonundan 28.11.2011 günü saat 10.29 ve 10.54’de gönderilen; “Beni hemen ara” ve “Şu telefonu aç artık beni zorlama” yazılı kısa mesajların olduğunun tespit edildiği,
Katılan hakkında Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen 28.11.2011 tarihli ve 21691 sayılı raporda; genel adli muayenede; “sol gluteal bölgede 5×2 cm ekimoz, sağ el 1.parmakta ekimoz”, inspeksiyonla yapılan anal muayenede; “anüsün içinde dışarıya yakın tarafta peteşiler, beyaz renkte semisolid sıvı (sperm?, mukus?)”, kadın doğum uzmanınca yapılan muayenede; “himen saat 3, 6, 12 hizalarında kaideye uzanan eski yırtık ile uyumlu görünüm mevcut” olduğu bilgilerine yer verildiği,
Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu’nun 28 Aralık 2012 tarihli raporuna göre de katılanın beden ve ruh sağlığının bozulmadığı,
Anlaşılmaktadır.
Katılan kollukta; 27.11.2011 günü saat 13.00 sıralarında evinde kullanmış olduğu bilgisayardan “B…” isimli sohbet, paylaşım ve arkadaşlık sitesine girdiğini, bu sitede “CEM T” nickini kullanan C.. T.. ile sohbet sırasında tanıştığını, C.. T..’nin Acıbadem Mahallesindeki Tepe N..isimli alışveriş mağazası önünde buluşmaya davet ettiğini, bu daveti kabul ederek aynı gün saat 15.00 sıralarında alışveriş mağazası önüne gittiğini, sanığın buluşma sonrası eve gitmeyi teklif ettiğini, kabul etmeyince “evden bir şey almam lazım eve uğrayalım sonra çıkarız” dediğini, eve giderken büfeden bira ve sigara aldığını, birlikte sanığa  ait açık adresini bilmediği eve gittiklerini, kısa bir süre sonra çıkmak istediğini, ancak sanığın zorla oturttuğunu ve yüzüne yönelip dudağından öpmek istediğini ancak kendisini geri çekerek engellediğini, sonra “sen iyi birisine benziyorsun, bak sana ne yapacağım, çok hoşuna gidecek” diyerek elini boynuna attığını, boynunu öptüğünü, itekleyince de defalarca tokat atarak “işini güzel yap, gözümün içine sevgiyle bakacaksın, tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın, seni daha önce götten siken oldu mu” diyerek üzerine yüklendiğini, bağırarak istemediğini, arkadan hiç ilişkiye girmediğini söylediğini, bu sırada üzerinde bulunan kıyafetleri zorla çıkartıp bir köşeye fırlattığını, yüzüne tokadı engellemek isterken koluna gelen yumruk yüzünden elinin morardığını, şiddet göstererek “domal” deyip ters ilişkiye zorladığını, arkasını dönmek zorunda kaldığını, önce bunu kaldır diyerek saçını çektiğini ve cinsel organını zorla ağzına soktuğunu, saçını çekmesinden dolayı acı çektiği için karşı koyamadığını, bu sırada cep telefonu ile fotoğraf çektiğini, sonra zorla arka yoldan cinsel ilişkiye girdiğini, boşalacağı esnada cinsel organını tekrar ağzına sokarak “senin üç yerine de boşalacağım” deyip spermlerini boşalttığını, aradan kısa bir zaman geçtikten sonra vajinal yoldan da ilişkiye girdiğini, bu sırada bırakması için sürekli yalvardığını, ancak sanığın “ajitasyon yapma lan” diyerek tokat attığını, cinsel ilişkiye girerken çektiği fotoğrafların cep telefonunda kayıtlı olduğunu, gitmek istediğini söylediğinde kendisinin bırakacağını söylediğini, ancak kabul etmediğini, üzerini giyinip bir ticari taksiye binerek saat 17.00 sıralarında evden ayrıldığını, sanığın evde alkol aldığını, ancak kendisinin alkol almadığını, evden ayrılmadan önce sanığın “artık bu fotoğraflar elimde olduğu sürece her çağırdığımda geleceksin, benim istediğim her şeyi yapacaksın, artık senin için en önemli olan benim, benim istediğim yerde benim istediğim saatte olacaksın, eve gidince de beni ara, sakın aptallık edip de polise gitme, gitsen de bir şey çıkmaz, sonuçta kendi rızan ile geldin” dediğini, eve gittikten sonra aramamasını söylemesine rağmen 053…… .. .. Numaralı telefondan, 053….. .. .. numaralı kendi telefonunu defalarca aradığını, yine 28.11.2011 günü de saat 10.00’dan saat 14.00’e kadar sürekli aradığını, telefonu açması yönünde mesajlar attığını, bu durum üzerine polise giderek şikâyetçi olduğunu belirttiği,
Kovuşturmada; poliste verdiği ifadesini tekrar ederek, 27 Kasım günü internetteki bir arkadaşlık sitesinden sanıkla tanıştığını, küçüklerle arkadaşlık yapmadığı için yaşını sorduğunu, yaşı uygun olunca kendilerine yakın olan N….. isimli alışveriş merkezinde buluştuklarını, eve gitme teklifini kabul etmediğini ancak üzerinde cüzdanının olmadığını, eşofmanlı olduğunu ve üstünü değiştireceğini söyleyince sanığın evine gittiğini, sanığın bakkaldan bir şeyler aldığını, eve geldiklerinde içeri gir diye ısrar etmesi üzerine girip oturduğunu, evin dükkândan bozma giriş katında genel durumu itibarıyla aile ile yaşamaya müsait olmadığını, evde oturduğu sırada sanık öpmek için hamle yapınca iteklediğini, böyle bir niyetle gelmediğini ve böyle bir ilişki istemediğini söylediğini, ancak sanığın sinirlenerek tokat attığını ve “siz böylesiniz, iyilikle anlamazsanız zorla yaparım” dediğini ve “kaç zamandır ilişkiye girmedin” diye sorduğunu, yedi aydır ilişkiye girmediğini söyleyince yüzüne tokat attığını, saçını çektiğini, zorla oral ve anal seks yaptığını, çok acı ve ızdırap çektiğini, çok korktuğunu, öldürebilir, kezzap atabilir korkusuyla bağıramadığını, üç saat kadar zorla birlikte olduğunu, yüzüne vuracağı sırada engel olmak isterken darbenin eline geldiğini ve elinin morardığını, eşinden 2007 yılında ayrıldığını, darp cebir görmediğini, sanığın evine gittiğinde de hiçbir yerinde darp, cebir izi ve morluk olmadığını, vücudundaki tüm lezyonları sanığın yaptığını, fotoğrafları sanığın çektiğini, bunları aleyhine kullanabileceğini, her istediğinde ona gitmesi gerektiğini, istediklerini yapmaması halinde fotoğrafları internete koyacağını ve herkese göstereceğini söylediğini, evde iki kez anal bir kez vajinal yoldan kendisiyle ilişkiye girdiğini, evden birlikte çıktıklarını, sanıktan asla para talep etmediğini, sanığın sadece taksiciye 10 Lira verdiğini, olaydan sonra biran önce eve gitmeyi, banyo yapıp yatmayı ve bütün bunların yaşanmamış olmasını dilediğini, ertesi gün aklının başına gelmiş olabileceğini düşünürken yedi kere telefon edip mesaj atması üzerine 28 Kasım tarihinde polise gidip şikâyetçi olduğunu beyan etmiş,
Sanık kollukta; müşteki ile 27.11.2011 günü öğlen saatlerinde internet ortamında “Badoo” isimli sohbet ve arkadaşlık sitesinde tesadüfen tanıştığını, birbirlerine telefon numaralarını verdiklerini ve aynı gün evine yakın olan alış veriş mağazası önünde saat 16.00 sıralarında buluşup eve gitmek üzere yürümeye başladıklarını, kendisine ne içeceğini sorduğunda bira içmek istediğini söylemesi üzerine büfeden bira ve sigara aldığını, evde bira içerek müzik dinlediklerini, aradan biraz zaman geçtikten sonra müştekinin evlenip boşandığını, yedi aydır cinsel ilişkiye girmediğini ve cinsel ilişkiye girmek istediğini söylemesi üzerine rızası dâhilinde kendisi ile ters ve normal yoldan ilişkiye girdiğini, kesinlikle tokat atmadığını, her hangi bir zorlama olmadığını, sağ ya da sol elindeki morluk ve şişliğin önceden olduğunu, üç saat birliktelik yaşadıktan sonra gitmek istediğini söyleyip para istediğini, üzerinde bulunan 20 Lirayı verdiğini, ilişki sırasında fotoğraf çekmesini isteyince kendisine ait cep telefonu ile fotoğraf çektiğini, ilişki bittikten sonra şikayetçinin fotoğrafları tek tek inceleyerek beğenmediklerini sildiğini, cep telefonunda fotoğrafların kayıtlı olup olmadığını bilmediğini, kesinlikle tehdit ve şantajda bulunmadığını, kendisini defalarca aradığını, bugün de üç dört kez telefonla aradığını, ancak sürekli bir aramasının olmadığını, tecavüz olayının asılsız olduğunu ifade etmiş,
Cumhuriyet savcılığında; emniyette olayla ilgili ifade verdiğini, müşteki ile internette tanıştığını ve tanıştıktan bir saat sonra buluştuklarını, birlikte Acıbadem de bulunan bahçe içerisinde, zemin kattaki evine gittiklerini, burada alkol aldıklarını ve rızası ile ilişkiye girdiğini, zorla alıkoymadığını, tehdit etmediğini, görüntüleri de rızası ile çektiğini, şantaj yapmadığını, elindeki morluğun buluştuğunda mevcut olduğunu belirtmiş,
Sorguda; internet ortamında “………” adlı kanalda tanışıp birbirlerine telefonlarını verdiklerini, sorusu üzerine bekar ve yalnız kaldığını söylediğini, anlaşarak N….. alışveriş merkezinin önünde buluştuklarını, sonra kendisine ait eve gittiklerini, giderken marketten bira ve sigara aldığını, isteği ile cinsel ilişkide bulunduğunu, şikayetçinin kocasından ayrıldığını ve yedi aydır cinsel ilişkiye girmediğini söylediğini, olayın pazar günü meydana geldiğini, cinsel ilişki sonrası para isteyince üzerinde bulunan 25 Liranın 20 Lirasını katılana verdiğini, zorlayarak veya şiddet kullanarak ilişkiye girmediğini, eve giderken market sahibinin gördüğünü, evin çevresinde de işyerleri olduğunu, zorla ilişkiye girilecek bir yer olmadığını, kendisine 20 Lira para verince surat yaptığını, konuşma sırasında eşinin kendisini sürekli dövdüğünü söyleyerek elindeki morluğu gösterdiğini, eşinden ayrılma sebebinin uyuşturucu olduğunu söylediğini, müştekinin telefonla arayarak buluşma teklifinde bulunduğunu beyan etmiş,
Kovuşturma aşamasında; olay günü facebook isimli arkadaşlık sitesinde müşteki ile tanıştığını, müştekinin ısrarla internetteki kimlik bilgilerinin doğru olup olmadığını, yaşının 32 olup olmadığını, evde yalnız olup olmadığını sorduğunu, kendisinin de evde annesi ve babası birlikte yaşadığını, ancak olay günü yalnız olduğunu söylediğini, daha sonra N…. alışveriş merkezinde buluştuklarını, buluşunca doğrudan eve yöneldiklerini, giderken bakkaldan alkol ve yiyecek bir şeyler aldığını, eve girerken bakkalda, yan komşuları olan döşemeci ile ecza deposunda çalışanların kendilerini gördüklerini, beraber yürüyerek eve çıktıklarını, evde alkol aldıklarını, katılanla rızası ile ilişkiye girdiğini, üç saat kadar beraber olduklarını, bu sırada kocasından ayrıldığını yedi aydır ilişkiye girmediğini söylediğini, bir elinin üzerinde yara ve kalçasında geniş çaplı bir morartı olduğunu, kocasının kendisine kötü davrandığını ve uyuşturucu kullandığını, elindeki morartıyı eski eşinin yaptığını, kalçasındaki morartıyı da bilmediğini, uyuşturucu hap ve esrar kullandığını söylediğini, dosyadaki fotoğrafları da kendi rızasıyla çektiğini, saat 19.30 sıralarında evden beraber çıktıklarını, para istediği için cebindeki 25 Liranın 20 Lirasını verdiğini ve ayrıldıklarını, akşam evine varıp varmadığını sormak için telefonla aradığını, bunun dışında görüşmediklerini savunmuştur.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Katılanın tüm aşamalarda özde değişmeyen biçimde ayrıntılı ve birbirleriyle uyumlu anlatımlarda bulunması, sanığın üzerinde usulüne uygun olarak yapılan arama sonucunda el konulan cep telefonunda katılanın anlatımlarını doğrulayacak şekilde ilişkilerini gösteren birçok pornografik görüntülerin bulunduğunun belirlenmesi, katılana ait telefonda yapılan incelemede sanık tarafından katılana gönderilen tehdit içerikli kısa mesajların tespit edilmesi, Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen rapordaki bulguların katılanın iddialarına uygun olması, katılanın sanığa iftira atması için bir nedenin bulunmaması, sanığın savunmasında katılanın elindeki morluğun eşi tarafından yapıldığını söylediğini beyan etmesine karşın katılanın eşinden 2007 yılında boşanmış olması nedeniyle böyle bir morluğun suç tarihine kadar dört yıl varlığını korumasının mümkün olmaması hususları birlikte gözönüne alındığında; sanığın üzerine atılı cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının sabit olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla; sanığın cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından cezalandırılmasına ilişkin yerel mahkeme hükmü ile bu hükmü onayan Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmadığından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Genel Kurul Üyesi; itirazın kabulü gerektiği yönünde karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2-Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.06.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

CİNSEL TACİZ-ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ-TCK 44
12. Ceza Dairesi 2014/7518 E. , 2014/23588 K.

“İçtihat Metni”
Tebliğname No : 12 – 2013/340226
Mahkemesi : Ankara 12. Asliye Ceza Mahkemesi
Tarihi : 24.09.2013
Numarası : 2013/425-2013/493
Suç : Kişisel verilerin kaydedilmesi

Kişisel verilerin kaydedilmesi suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, mahalli Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Sanığın, etek kısmı dizüstü olan elbise giymiş olan mağduru adliyedeki koridorda yürürken arkasından bir süre takip edip, arkadan vücudunun belden aşağı bölgelerine ilişkin video görüntülerini cep telefonu ile çekerek kaydettiği, akabinde, iş için icra müdürlüğü dairesine giren mağdurun arkasından içeriye girerek çekime devam ettiği sırada durumu farkeden polislerce müdahale edilerek yakalandığının iddia edildiği olayda;
Sanığın aşamalardaki, koridorda önünde yürüyen mağdurun bacağındaki dövme figürü ilgisini çektiği için çekim yaptığına ilişkin ikrar içeren beyanları, sanığı daha önceden tanımayan ve kendi onur ve namusunu ilgilendiren bir konuda iftira atması için geçerli sebep bulunmayan mağdurun, sanığın cep telefonundan elde edilen video görüntülerine ait fotoğraflardan, siyah-beyaz elbiseli bayanın arkadan çekilmiş görüntülerinin kendisine ait olduğuna ilişkin anlatımı, adliye kamera kayıtlarının incelenmesinde, sanığın, koridorda mağduru arkadan takip ederek cep telefonu ile çekim yaptığının tespit edilmesi, bilirkişi raporunda, sanığın cep telefonunda, mağdurun özellikle arka kısımdan bel, kalça ve bacak kısımlarına yoğunlaşan ve herhangi bir konuşma içeriği bulunmayan görüntü kayıtları ve bu görüntü kayıtlarının dışında telefonun hafıza kartında ayrıca kimlikleri anlaşılamayan ve farklı tarihlerde oluşturulduğu anlaşılan başka bayanlara ait benzer nitelikte görüntülerin bulunduğunun belirtilmesi karşısında, sanığın, cinsel arzu ve isteklerini tatmin maksadıyla mağduru takip ederek fiziksel mahremiyetini içeren görüntülerini çekerek kaydettiğinin anlaşıldığı, mağdurun fiziksel mahremiyetine ilişkin görüntüleri yasal anlamda kişisel veri kapsamında değerlendirilemeyeceğinden, eylemin kişisel verilerin kaydedilmesi suçunu değil TCK’nın 134/1. maddesinin 1. ve 2. cümlesi ile 105/1. maddesine uyan özel hayatın gizliliğini ihlal suçu ile cinsel taciz suçlarının yasal unsurlarını oluşturacağı, ancak sanığın tek eyleminin kanundaki birden fazla suçları oluşturması nedeniyle TCK 44. maddesindeki fikri içtima kuralı uyarınca en ağır cezayı gerektiren özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan sorumlu tutularak cezalandırılması gerektiği gözetilmeden, suçun nitelendirilmesinde yanılgıya da düşülerek, dosya kapsamıyla uyuşmayan yazılı düşüncelerle beraat kararı verilmesi,

 

T.C.

YARGITAY

CEZA DAİRESİ

2015/16840

2016/2996

18.2.2016

DAVA : Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1-)Sanığın, ilgi duyduğu katılanın istemediğini ve kabul etmediğini belirtmesine rağmen, ısrarla evlenme teklif etmesi, aşık olduğunu ve sevdiğini söylemesi, bunu da elektronik posta yoluyla icra etmesi karşısında, eylemlerinin TCK’nın 10/1-2 ve 43 maddelerinde tanımlanan zincirleme cinsel taciz suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan mahkumiyet kararı verilmesi,

2-) Kabule göre de, sanığa verilen 3 ay hapis cezasının günlüğü 20 TL’den paraya çevrilirken 1800 TL yerine, 3600 TL olarak cezanın fazla hesaplanması,

SONUÇ : Kanuna aykırı ve sanık …’un temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yeniden hüküm kurulurken 5320 Sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince yürürlükte olan 1412 Sayılı CMUK’nın 326/son maddesi uyarınca kazanılmış hakkın saklı tutulmasına, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 18.02.2016 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Mahkeme sanığın üzerin atılı eylemin TCY 123/1, 52/2-4 maddelerine aykırılık oluşturduğunu kabul etmiş ve mahkumiyetine karar vermiş, bu karar süresi içinde sanık tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 18. Ceza Dairesi oy çokluğu ile eylemin TCY 105/1, 43/1 maddelerine aykırılık oluşturduğunu belirterek, kararın bozulmasına karar vermiştir.

Sanığın diş tedavisi için gittiği muayenehanede tanıştığı katılana duygusal yakınlık duyduğu, arkadaşlık teklif ettiği, evlenme teklifinde bulunduğu, bu amaçla mesajlar gönderdiği, cinsel amaçla hareket etmediği, evlenme ve arkadaşlık amacıyla ısrarla katılanı rahatsız ettiği anlaşılmaktadır.

TCY 105/1. maddesinde düzenlenen cinsel taciz suçu; kişiyi cinsel yönden rahatsız eden, vücut dokunulmazlığını ihlal etmeyen ve cinsel istismar boyutuna varmayan cinsel davranışlardan oluşmaktadır. Kişiyi cinsel yönden rahatsız eden her türlü davranışla ihlal yapılabilir.

Bu suçta korunan hukuki yarar, kişinin cinsel dokunulmazlığıdır. Suçun oluşumu, sanığın mağduru cinsel amaçlı rahatsız etmesine bağlıdır.

Mağdurun cinsel amaçlı tedirgin edilmesi, rahatsız edilmesi, sıkıntıya sokulması gerekir. Mağdurun cinsel yönden ahlak temizliğine aykırı olarak rahatsız edilmesi gereklidir.

Öğreti ve yargısal kararlarda bu suç mağduru hedef almış, vücut dokunulmazlığını ihlal etmeksizin ancak cinselliğine yönelen söz söyleme, mesaj yada mektup gönderme, el hareketi yapma, öpücük atma, cinsel ilişki teklif etme, cinsel organını gösterme gibi eylemlerle işlenebileceği kabul edilmiştir.

Suçun maddi unsuru bir kimseyi cinsel amaçlı olarak rahatsız etmektir. Suçun manevi unsuru ise kast olup, sanığın cinsel amaç gütmesidir. Başka bir ifadeyle cinsel arzu ve isteklerini tatmin maksadıyla hareket etmesi gerekir. Eylemin cinsel amaçla işlenip işlenmediğini ya da hangi fiilin cinsel taciz suçunu oluşturacağı somut olayın özelliklerine göre hakim tarafından takdir edilecektir.

Cinsel taciz oluşturacak davranışlar, mağdurun vücuduna temas bulunmamak şartıyla ani olabileceği gibi devamlı nitelikte de gerçekleşebilir. Suçun oluşması için failin cinsel amaç gütmesi ve eylemin belirli bir kişiye ya da kişilere karşı gerçekleştirmiş olması gerekir.

Cinsel taciz suçunun oluşması için, sanığın cinsel arzularını tatmin amacıyla hareket etmesi gerekli değilse de kişiyi rahatsız eden ve sıkıntıya sokan cinsel amaçlı davranışların varlığı gereklidir. Başka bir ifadeyle bu suç cinsel amaçlı bir davranışla işlenebilir.

Cinsel tacizin oluşması için fiilin cinsel yönden mağduru rahatsız edici boyuta ulaşması gerekir. Dolayısıyla cinsel amaç gütmeyen, içerik itibariyle cinsel mahiyet taşımayan, arkadaşlık ve evlilik teklifleri ısrarcı nitelik taşısa dahi cinsel taciz suçunu oluşturmaz. (bakınız. CGK. 10/03/2015 tarih ve 2015/34 Sayılı kararı)

Cinsel içerikli olmayan söz ve fiillerin cinsel taciz suçunun unsurlarını oluşturduğunun kabülü, suç ve cezada kanunilik ve ceza hukukunda dar yorum ilkelerine aykırılık oluşturur.

TCY’nın 123. maddesi hürriyete karşı suçlar bölümünde yer almaktadır. Kişilerin huzur ve sükununun bozulması hususunda gösterilen davranışlarla bu suç işlenmektedir. Psikolojik ve ruhsal sükun içerisinde yaşam hakkı korunmaktadır. Kişilerin rahatsız edilmeden sukün içinde, huzurlu ve sağlıklı bir şekilde yaşama hakkıdır.

Yukarıda açıklandığı üzere, cinsel içerikli olmayan, cinsel amaç gütmeyen evlilik ve arkadaşlık teklifi içeren mesajları gönderen sanığın eylemlerinin TCY’nın 123/1. maddesine aykırılık oluşturduğu ve mahkeme kararının olaya, delillere dayandığı ve doğru nitelendirildiğinden, onanması gerektiği görüşüyle, sayın Dairenin bozma kararına muhalliftir.

  1. Ceza Dairesi 2014/35860 E. , 2015/24621 K.

“İçtihat Metni”
Tebliğname No : 14 – 2011/379144
MAHKEMESİ : Antalya(Kapatılan) 3. Sulh Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 08/03/2011
NUMARASI : 2010/422 (E) ve 2011/296 (K)
SUÇLAR : Kişilerin huzur ve sükununu bozma

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
1-Sanığın, kendisi ile aynı işyerinde çalışan katılanın, istemediğini ve kabul etmediğini belirtmesine rağmen, ısrarla evlenme teklif etmesi, aşık olduğunu ve sevdiğini söylemesi, bunu da facebooktan mesaj göndermek, not iletmek ve arabasına çiçek koymak şeklinde aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanarak icra etmesi karşısında, eylemlerinin TCK’nın 105/1-2, 43, maddelerinde tanımlanan zincirleme cinsel taciz suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kişilerin huzur ve sükununu bozma suçlarından mahkumiyet kararı verilmesi,
2-07.04.2010 tarih ve 2010/7192 esas numaralı iddianame ile sanık hakkında “…müştekiye aşık olup ona evlenme teklif ettiği, müşteki bunu kabul etmeyince de onu 19/02/2009’dan 09/03/2010 gününe kadar çeşitli kerelerde kendisi ile evlenmediği takdirde yaşatmayacağını söyleyip tehdit ettiği, buna inandırmak için de daha önce cezaevine girip çıktığından bahsettiği” iddiasıyla açılan davada, mahkemece de hükmün gerekçesinde “sanığın katılan mağdura yönelik tehdit eylemini gerçekleştiğine ilişkin ciddi, inandırıcı bir kanıt elde edilemediği” kabul edildiği halde eylemin, kişilerin huzur ve sükununu bozma suçunu oluşturacağı kabul edilerek mahkumiyet kararı verilmesi,
Kanuna aykırı ve sanık M.. D..’in temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp aleyhe temyiz olmadığından CMUK’nın 326/son maddesi gözetilerek sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 16/03/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

  1. Ceza Dairesi         2019/315 E.  ,  2020/494 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Kişilerin huzur ve sükununu bozma
HÜKÜM : Mahkumiyet

KARAR
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede,
Başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak,
1- Sanığın, evli olduğunu bildiği katılanı telefonda birden fazla arayıp, konuşmanın birinde de “müsait misin, ben sizin hayranlarınızdan biriyim” demesi şeklindeki eyleminin, TCK’nın 105. maddesi kapsamında cinsel taciz suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,
2- Kabule göre de, sanık hakkında uzlaşma kapsamında olmayan cinsel taciz suçundan kamu davası açıldığı, yargılama neticesinde eyleminin uzlaşma kapsamına giren kişilerin huzur ve sükununu bozma suçu olarak kabulü karşısında, yönteme uygun olarak CMK’nın 253. ve 254. maddeleri uyarınca uzlaştırma işlemleri yapılmadan mahkumiyet kararı verilmesi,
Kanuna aykırı ve sanık …’un temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yeniden hüküm kurulurken 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesi uyarınca cezayı aleyhe değiştirme yasağının gözetilmesine, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 14/01/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Ceza Genel Kurulu         2017/244 E.  ,  2018/601 K.

“İçtihat Metni”

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 14. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 537-48

Sanık …’nın cinsel taciz suçundan beraatine ilişkin Çeşme Sulh Ceza Mahkemesince verilen 05.04.2012 tarihli ve 172-121 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 14. Ceza Dairesince 23.06.2015 tarih ve 10886-7569 sayı ile;
“Sanıkla arasında dosyaya yansıyan herhangi bir husumet bulunmayan müştekinin soruşturma evresinde verdiği ayrıntılı ifadesi ile tanık Fevziye’nin aşamalardaki beyanları nazara alındığında sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik tarihlerde müştekinin kullandığı cep telefonundan arayıp ilk aramasında hoşlandığını, sevdiğini, kanının kaynadığını söylediği, ertesi gün gerçekleştirdiği ikinci aramasında ise yürekten sevdiğini söylemek suretiyle üzerine atılı suçu işlediği tüm dosya içeriğinden anlaşıldığından, sanığın müsnet suçtan eylemine uyan TCK’nın 105/1,43/1. maddeleri gereğince cezalandırılması yerine oluşa uygun düşmeyen yazılı gerekçeyle beraatine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Çeşme 2. Asliye Ceza Mahkemesi ise 11.02.2016 tarih ve 537-48 sayı ile;
“…Sanığın müştekiye sarf ettiği sözlerin duygu açıklaması niteliğinde olduğu, kanunun aradığı anlamda cinsel amaçlı sarf edilmediği, sanık ile müşteki arasındaki yaş farkı dikkate alındığında sözlerin ahlaken eleştirilebilir nitelikte olduğu kabul edilse dahi, bu sözlerin cinsel taciz suçuna vücut vermeyeceği kabul edilmelidir…” şeklindeki gerekçe ile bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın beraatine karar vermiştir.
Bu hükmün de Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 30.05.2016 tarihli ve 187118 sayılı “onama” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 873-1723 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 06.03.2017 tarih ve 375-1186 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanığa atılı cinsel taciz suçunun yasal unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının,
2-Suçun unsurlarının oluştuğu sonucuna ulaşılırsa, zincirleme suç hükmünün uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
Şikâyetçi …’un suç tarihi itibarıyla 27 yaşında ve bekar, sanık …’nın ise 50 yaşında ve evli olduğu,
Şikâyetçinin 25.07.2005 tarihinde Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek sanığın kendisini taciz ettiğini beyan etmesi üzerine sanık hakkındaki soruşturmanın başladığı,
Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığının 27.10.2009 tarihli ve 875-415 sayılı iddianamesinde “Müşteki ve şüphelinin ailecek tanıştıkları, olay tarihinde şüphelinin akşam 23.00 sıralarında müştekiyi telefonla arayarak kendisinden hoşlandığını, gönülden sevdiğini, kanının kaynadığını söylediği,…bir süre sonra şüphelinin telefonla yine müştekiyi aradığı, müştekinin telefonunun hoparlörünü dışarı açması üzerine tanık Fevziye’nin de hazır olduğu ortamda müştekiye hitaben ‘bir insan yürekten sevemez mi, ben seni yürekten sevdim, ortalık çok karıştı, ailene yanlış anladığını söyle’ şeklinde sözler söylediği…” biçiminde anlatımlara yer verilerek sanığın cinsel taciz suçundan cezalandırılmasının talep edildiği,
Anlaşılmıştır.
Şikâyetçi … Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 25.07.2008 havale tarihli dilekçede; aile dostu olan sanığın, 22.07.2008 tarihinde saat 23.06’da telefonla arayıp kendisinden hoşlandığını, fakat yanaşamadığını, kendisini evli olan oğlu Mustafa Ç.’ya istediğini söylediğini, bunu kabul etmemesi üzerine “Sana içim kıpırdıyor, kanım kaynıyor, seni gönülden seviyorum” dediğini, bu durumu sanığın eşine iletmesinin ardından sanığın kendisini ertesi gün 11.16’da tekrar arayarak “Ortalık çok karıştı, beni yanlış anladığını söyle” dediğini, kendisini taciz eden sanıktan şikayetçi olduğunu,
Savcılıkta; sanığın aile dostu olduğunu ve İzmit’te ikamet ettiğini, kendisiyle telefonla da görüştüğünü, aile dostu olması ve 55-60 yaşlarında olması nedeniyle konuşmalarında bir art niyet aramadığını, ancak sanığın 22.07.2008 tarihinde saat 23.06’da telefon açıp kendisinden hoşlandığını, gönülden sevdiğini, kanının kaynadığını söylediğini, bunun üzerine “Siz benim amcamsınız, kızım derken nasıl böyle düşünürsünüz” diyerek telefonu kapattığını, bu durumu ertesi gün kendi ailesine söylediğini, ailesinin ise durumu sanığın eşine bildirdiğini, sanığın 23.07.2008 tarihinde kızına ait hattan kendisini tekrar arayarak ortalığın çok karıştığını, kendisini yanlış anladığını söylemesini ve konuyu kapatmasını istediğini,
Tanık….savcılıkta; 22.07.2008 tarihinde müştekinin telefonda konuşurken ağlamaya başladığını, karşısındaki kişiye “Nasıl olur Zeki amca, ben size amca diyorum, babam yaşındasınız, nasıl böyle bir şey söylersiniz” dediğini, telefonu kapatıp durumu kendisine anlattığını, ertesi gün sanığın müştekiyi tekrar aradığını, müştekinin konuşmaları hoparlöre verdiğini, sanığın müştekiye “Bir insan yürekten sevemez mi, ben seni yürekten sevdim, ortalık karıştı, ailene yanlış anladığını söyle” dediğini,
Duruşmada; şikâyetçinin teyzesinin kızı olduğunu, sanığın ise şikâyetçinin abisinin kayınpederi olduğunu, olay tarihinde Çeşme’de şikâyetçi ile birlikte olduklarını, şikâyetçinin kendisine sanığın kendisini işyerindeyken arayıp “Seni oğluma alamadım ama kendime istiyorum” dediğini anlattığını, o günün akşamı sanığın yeniden araması üzerine şikâyetçinin hoparlörü açtığını, sanığın şikâyetçiye “Senden hoşlanıyorum, seni gönülden seviyorum” dediğini, şikâyetçinin ise “Siz benim amcamsınız, nasıl böyle düşünürsünüz” diyerek telefonu kapattığını, bir süre sonra tekrar arayan sanığın şikâyetçiye yürekten sevdiğini söyleyip ortalık karışacağı için ailesine yanlış anlaşılma olduğunu anlatmasını istediğini,
Beyan etmişlerdir.
Sanık …; iddianamede belirtilen sözleri söylediğini, bir cahillik yaptığını, pişman olduğunu, şikâyetçinin sıcak kanlı olduğunu düşünerek bu sözleri sarfettiğini savunmuştur.
Sanığa atılı cinsel taciz suçunun yasal unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığına ve suçun unsurlarının oluştuğu sonucuna ulaşılması durumunda, zincirleme suç hükmünün uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığına ilişkin uyuşmazlık konularının birlikte değerlendirilmesinde;
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 105. maddesinde;
“(1) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Bu fiiller; hiyerarşi, hizmet veya eğitim ve öğretim ilişkisinden ya da aile içi ilişkiden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az olamaz” şeklindeki düzenleme yer almaktadır.
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde taciz; “tedirgin etme, rahatsız etme veya sıkıntı verme” şeklinde tanımlanmıştır.
Madde gerekçesinde, “cinsel yönden, ahlâk temizliğine aykırı olarak mağdurun rahatsız edilmesi” şeklinde tanımlanmış olan cinsel taciz eyleminin ne tür davranışlarla gerçekleştirilebileceği hususunda kanunda bir açıklık bulunmamakla birlikte öğreti ve yargısal kararlarda, mağduru hedef almış, onun vücut dokunulmazlığı ihlal edilmeksizin cinselliğine yönelen söz veya davranışlarla cinsel taciz suçunun işlenebileceği kabul edilmektedir.
Cinsel taciz eylemlerinin suç olarak kabul edilebilmesi için bu eylemlerin hukuka aykırı olarak, başka bir ifadeyle mağdurun rızası hilafına gerçekleştirilmiş olması zorunludur. Rıza açıklama ehliyetine sahip bulunan bir kişinin, cinsel taciz eylemlerine TCK’nun 26. maddesi kapsamında göstereceği rıza ceza sorumluluğunu kaldıracaktır. Rızanın varlığı somut olayın özelliklerine göre belirlenecektir.
Cinsel taciz oluşturacak davranışlar, mağdurun vücuduna temasta bulunmamak şartıyla ani olabileceği gibi, devamlı nitelikte de gerçekleşebilir. Suçun oluşabilmesi için, failin cinsel amaç gütmesi ve eylemin belirli kişi ya da kişilere karşı gerçekleştirilmiş olması gerekir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.03.2015 tarihli ve 2014/669-68 sayılı kararında da belirtildiği üzere; cinsel taciz suçunun maddi unsuru, bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz etmektir. Suçun manevi unsuru ise kast olup, failin cinsel amaç gütmesi gerekmektedir.
Eylemin cinsel amaçla işlenip işlenmediği ya da hangi fiilin cinsel taciz suçunu oluşturacağı belirlenirken sosyal hayatın gerekleri, tarafların konumları ile aralarındaki ilişki gözetilmeli, bu kapsamda ahlaki kurallara uygun evlenme teklifi, tanışma isteği veya beğeni ifadelerinin cinsel taciz suçunu oluşturmayacağı kabul edilmelidir. Bununla birlikte evlenme veya arkadaşlık isteğinin iç çamaşırı hediye etme veya cinselliğe yönelen sözlerle gerçekleştirilmesi örneklerinde olduğu gibi kaba ve rahatsız edici bir üslupla yapılması, teklifin reddedilmesine karşın eylemin mağduru rahatsız edecek şekilde sürdürülmesi yahut mağdurun Medeni Kanun hükümlerine göre evlenme imkanı bulunmayan bir çocuk veya taraflardan birinin evli olması örneklerinde olduğu gibi evlilik veya arkadaşlık ilişkisinin önünde kanuni veya ahlaki engellerin bulunması durumlarında cinsel taciz suçunun oluşacağında hiç bir şüphe bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konuları değerlendirildiğinde,
Şikâyetçi … ve sanık … beyanlarında aile dostu olduklarını ifade etmişlerdir. Tanık Fevziye Ak’ın beyanına göre ise sanık, şikâyetçinin abisinin kayın pederidir.
Suç tarihinde şikâyetçi 27 yaşında ve bekar, sanık ise 50 yaşında ve evlidir. Dosya kapsamından taraflar arasında önceye dayalı duygusal bir ilişkinin bulunmadığı da görülmektedir.
Şikâyetçinin ve tanığın beyanları ile sanığın ikrarından, sanığın şikâyetçiyi ilk aramasında hoşlandığını, sevdiğini, kanının kaynadığını, şikâyetçinin durumu sanığın eşine bildirmesinin ardından yaptığı ikinci aramasında ise yürekten sevdiğini, ortalığın karıştığını, ailesine olayın yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını anlatmasını söylediği hususlarında bir şüphe bulunmamaktadır.
Buna göre;
Daha önce aralarında duygusal bir ilişki bulunmayan şikâyetçi ve sanık arasındaki yaş farkı, sanığın medeni durumu ve taraflar arasındaki sosyal ilişki gözetildiğinde; sanığın şikâyetçiyi cinsel yönden ahlâk temizliğine aykırı olarak rahatsız edecek şekilde ilk aramasında hoşlandığını, sevdiğini ve kanının kaynadığını söylemesinin cinsel taciz suçunu oluşturduğu, bununla birlikte sanığın ikinci aramasını, aile içinde oluşan infialin önüne geçmek maksadıyla gerçekleştirdiği ve bu kapsamda sarfettiği sözlerin cinsel amaç taşımadığı anlaşıldığından, sanık hakkında TCK’nın 43/1. maddesinin uygulanma koşullarının bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yerel Mahkemenin direnmeye konu kararının, sanığın zincirleme suç hükmü uygulanmaksızın cinsel taciz suçundan mahkumiyeti yerine, beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Birinci uyuşmazlık konusu bakımından çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi …; “Sanık …’ya yönelik cinsel taciz suçunun yasal unsurlarının oluştuğuna ilişkin sayın çoğunluğun kararı yerinde değildir. Şöyle ki;
Sanık … ile müşteki … ailece tanışıp sanık Çeşme ilçesinde müşteki ise İzmit ilinde oturmaktadır. Yine müşteki suç tarihinde 29 yaşında olup evli değildir. Sanık müştekinin kullandığı cep telefonunu arayıp ilk aramasında ‘hoşlandığını, sevdiğini, kanının kaynadığını’ söylediği, ertesi gün gerçekleştirdiği ikinci aramasında ise ‘yürekten sevdiğini’ söylemiştir. Bu sözlerin söylendiği konusunda duraksama yoktur.
TCK’nun 105. maddesinde düzenlenen cinsel taciz suçu ‘kişinin vücut dokunulmazlığının ihlali niteliğini taşımayan, cinsel yönden ahlak temizliğine aykırı olarak mağdurun rahatsız edilmesidir’. Öğretide yapılan tanımlara göre ise cinsel taciz ‘bir kişinin bir başkasını rızası olmadan sözle, gözleriyle veya bedeniyle, cinselliğini hedefleyerek rahatsız etmesi’, ‘bireylerin edep ve iffetlerine yönelik, rahatsız edici nitelikteki hareketlerde bulunması’ ya da ‘mağdurda rahatsızlık yaratacak nitelikte yapılan her türlü cinsel davranıştır. (Özbek, Özer Veli TCK İzmir Şerhi Yeni Türk Ceza Kanununun Anlamı Cilt II sh 62).
Cinsel tacizi oluşturan hareket madde metnine göre mutlaka cinsel amaçlı olarak yapılmalıdır. TCK’nun 105. maddesinde fail açıkça ‘cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi’ olarak belirtildiği için sanığın özel bir saik olan ‘cinsel amaç’ ile hareket etmesi gerekir.
Somut olayımızda, olayın oluş şekli itibarı ile sanık …’nın amacı müştekiyi ‘cinsel olarak taciz etmek’ değildir. Sadece sevgi ve duygu açıklaması olarak söz konusu konuşmaları yapmıştır. Sanığın evli olması ve yaş farkı nedeni ile ahlaken eleştirilebilir ise de cinsel amaçla hareket etmediğinden yüklenen suçun yasal unsurları oluşmamıştır. Bu nedenle direnme kararının bozulması yönündeki sayın çoğunluğun kararına katılmıyorum” açıklamasıyla,
Çoğunluk görüşüne katılmayan Dört Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Çeşme 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 11.02.2016 tarihli ve 537-48 sayılı direnme kararına konu hükmünün,sanığın zincirleme suç hükmü uygulanmaksızın cinsel taciz suçundan mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 04.12.2018 tarihinde yapılan müzakerede, birinci uyuşmazlık konusu bakımından oy çokluğu, ikinci uyuşmazlık konusu bakımından oy birliğiyle karar verilmiştir.

T.C.

YARGITAY

  1. CEZA DAİRESİ
  2. 2013/2803
  3. 2014/12489
  4. 11.11.2014

Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Mağdurenin yargılama aşamalarındaki tutarlı ve birbiri ile çelişmeyen beyanları, yeminli tanık anlatımları, 30.01.2010 tarihli tutanak içeriği ve tüm dosya kapsamından, sanığın Narlıca beldesinde cami imamlığı yaptığı, 2009 yılı yaz aylarında mağdurenin sanığın görev yaptığı camiye kuran öğrenmek amacıyla gittiği, bu sırada mağdureyi gören ve cep telefonu numarasını öğrenen sanığın devam eden günlerde mağdurenin telefonuna “Seni seviyorum, seni özlüyorum” şeklindeki sözlerle mesaj çektiği, ayrıca 30.01.2010 tarihinde mağdurenin olayı ortaya çıkarmak amacıyla tanıkların da bulunduğu bir ortamda sanığa telefonundan çağrı bırakması üzerine, sanığın mağdureyi arayarak caminin arkasındaki evinin bahçesine gelmesini söylediği, mağdurenin ne yapacağız demesi üzerine “Sen bilirsin, senden hoşlanıyorum, seni seviyorum” şeklinde sözler söylediği anlaşılmakla, sanığın eyleminin zincirleme şekilde cinsel taciz suçunu oluşturduğu ve eylemine uyan TCK.nın 105/1, 43/1. maddeleri uyarınca mahkûmiyetine karar verilmesi gerekirken, oluşa uygun düşmeyen gerekçe ile beraatine karar verilmesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı, katılan Çiğdem vekili ve katılan Mehmet’in temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK.nın 321 maddesi uyarınca BOZULMASINA, 11.11.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.
Yargıtay 14. Ceza Dairesi
Esas No:2014/6822
Karar No:2015/9935

İlk derece mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Müşteki Z..ile katılan E..’in aşamalardaki samimi anlatımları ile ikrar içerikli savunma nazara alındığında, sanığın 22.02.2012 tarihinde sokakta yürümekte olan onsekiz yaşındaki katılan E..’i takip edip arkadaşlık kurmak amacıyla önceden hazırladığı “selam naber nasılsın bir tanem ben M.. bu notu yazma sebebim seninle konuşmak arkadaş olmaktır tabi ki sence de bir mahzuru yoksa varsa da çok özür dilerim bu notu bu şekilde ulaştırdığım içinde özür dilerim senden olumla yada olumsuz bir cevap bekliyorum tel..” yazılı not kağıdını çantasına bırakmak ve 23.02.2012 günü sokakta yürüyen onsekiz yaşındaki müşteki Z…’in montunun cebine “günaydınlar güzel kız çaldır konuşalım tel..” yazılı not kağıdını koymak suretiyle üzerine atılı suçu işlediği tüm dosya içeriğinden anlaşıldığından, sanığın eylemine uyan 5237 sayılı TCK’nın 105/1. maddesinin iki kez tatbiki suretiyle cezalandırılması yerine oluşa uygun düşmeyen yazılı gerekçeyle beraatine karar verilmesi,
Kanuna aykırı, O Yer Cumhuriyet Savcısı, katılan mağdure E. vekili ile katılan müşteki Hulusi’nin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 28.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

 

  1. Ceza Dairesi         2018/7273 E.  ,  2019/483 K.
  • “İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇA SÜRÜKLENEN
ÇOCUK : …
SUÇ : Çocuğun nitelikli cinsel istismarı
HÜKÜM : Mahkumiyet

İlk derece mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Olayın intikal şekli ve zamanı, mağdurenin beyanları, savunma ve tanık anlatımları ile tüm dosya içeriği nazara alındığında, suça sürüklenen çocuğun suç tarihinde 16 yaşını bitirmiş mağdure ile rızası hilafına cinsel ilişkiye girdiğine dair mahkumiyetine yeter her türlü şüpheden uzak, kesin ve yeterli delil olmaması karşısında eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 104/1. maddesinde düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki suçunu oluşturduğu gözetilerek, 5237 sayılı TCK’nın 104/1. maddesinde düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki suçunun, soruşturma ve kovuşturmasının, şikayete tabi olması ve dosya kapsamına göre suça sürüklenen çocukla rızaen cinsel ilişkiye giren onbeş-onsekiz yaş grubuna dahil mağdurenin, vekil huzurunda alınan ifadesinde, suça sürüklenen çocuktan şikayetçi olmadığını bildirmesi nedeniyle, kamu davası hakkında şikayet yokluğu nedeniyle TCK’nın 73 ve 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddeleri uyarınca düşme kararı verilmesi yerine, yazılı şekilde hüküm tesisi,
Kanuna aykırı, suça sürüklenen çocuk müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 29.01.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

14. CEZA DAİRESİ

E. 2017/3381

K. 2017/6395

T. 12.12.2017

İlk derece mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle, 28.06.2014 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren ve cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda değişiklik yapan 6545 Sayılı Kanun ile 02.12.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 Sayılı Kanunla getirilen düzenlemeler de gözetilip dosya incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Sanık hakkında tehdit, hakaret ve kasten yaralama suçlarından kurulan hükümlerin incelenmesinde;

Sanık hakkında eylemlerine uyan TCK’nın 86/2 ve 125/1. maddeleri gereğince hükümler kurulurken anılan maddelerde hapis cezası ile adli para cezasının seçimlik cezalar olarak yer alıp mahkemece hapis cezasının tercih edilmesi karşısında, aynı Kanunun 86/2, 62. maddeleri uyarınca belirlenen 3 ay 10 gün ve 125/1, 62. maddelerine göre tayin edilen 2 ay 15 gün hapis cezalarının TCK’nın 50/2. maddesinin amir hükmüne aykırı olacak şekilde adli para cezasına çevrilmesi aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamış ve tehdit suçundan kurulan hükümden sonra 5237 Sayılı TCK’nın 53 maddesiyle ilgili olarak 24.11.2015 tarihli, 29542 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 gün ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı ilamı ile verilen iptal kararının infaz aşamasında nazara alınması mümkün görülmüştür.

Delillerle iddia ve savunma; duruşma göz önünde tutularak tahlil ve takdir edilmiş, sübutu kabul olunan fiillerin eleştiri dışında unsurlarına uygun şekilde tavsif ve tatbikatları yapılmış bulunduğundan, sanık müdafiin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA,

Sanık hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve konut dokunulmazlığının ihlali suçlarından kurulan hükümlerin temyiz incelemesine gelince;

Mağdurenin olaya dair soruşturma evresinde alınan soyut beyanı dışında başkaca bir delil bulunmaması sanığın atılı suçları işlemediğine yönelik istikrarlı savunması, mağdurenin olayın hemen akabinde şikayetçi olmaması sebebiyle cinsel istismara yönelik raporunun bulunmaması ve tüm dosya kapsamına göre mağdure ile aralarında daha önceden duygusal anlamda ilişki bulunan sanığın atılı suçları işlediği hususunda cezalandırılmasına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı anlaşıldığından, beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı, sanık müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin 5320 Sayılı Kanun’un  8/1. maddesi gözetilerek 1412 Sayılı CMUK 321 maddesi uyarınca BOZULMASINA, 12.12.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

  1. CEZA DAİRESİ
  2. 2016/6427
  3. 2016/8418
  4. 12.12.2016

İlk derece mahkemesince verilen hükmün sanık müdafileri, mağdure vekili ile O Yer Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmesi ve sanık müdafilerince incelemenin duruşmalı yapılmasının talep edilmesi üzerine, dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından tebliğname ile Daireye gönderilmekle, 07.12.2016 Çarşamba saat 09.30’a duruşma günü tayin olunarak sanık müdafilerine çağrı kağıdı gönderilmişti.

Belli günde Hakimler Kurulu duruşma salonunda toplanarak Yargıtay Cumhuriyet Savcısı hazır olduğu halde oturum açıldı.

Yapılan tebligat üzerine dosyadaki vekaletnameye dayanarak sanık … adına gelen vekili huzura alınarak duruşmaya başlandı.

Duruşma isteğinin süresinde ve yerinde olduğu anlaşıldıktan sonra uygun görülen talep ve mütalaa dairesinde sanık … hakkında DURUŞMALI inceleme yapılmasına oybirliğiyle karar verilerek tefhim olunduktan sonra işin açıklanmasına dair raportör üye tarafından düzenlenen rapor okundu.

Raportör üye rapora ilave edecek bir cihet bulunmadığını bildirdi.

Sanık müdafii temyiz layihasını açıklayarak savunmada bulunup müvekkili hakkındaki hükmün BOZULMASINI istedi.

Yargıtay Cumhuriyet Savcısı tebliğname içeriğini tekrar etti.

Son sözü sorulan sanık müdafii savunmasına ilave edecek bir cihet bulunmadığını bildirmekle dosya incelenerek karar verilip tefhim olunmak üzere duruşmanın 21.12.2016 Çarşamba günü saat 09.30’a bırakılmasına oybirliğiyle karar verildi.

Belli günde oturum açıldı. Dava evrakı incelenerek gereği görüşülmüş olduğundan aşağıda yazılı karar ittihaz olundu:

KARAR : Mağdure vekilinin temyiz isteminin incelenmesinde;

Kayden 10.09.1983 doğumlu olup suç tarihleri ile mahkemede beyanlarının alındığı tarihlerde onsekiz yaşından büyük olan mağdurenin sanıktan şikayetçi olmadığını beyan etmesi karşısında mahkemece tayin edilen vekilin hükmü temyize hakkı bulunmadığından, vaki temyiz isteminin 5320 Sayılı Kanun’un  8-1. maddesi gözetilerek 1412 Sayılı CMUK’nın 317 maddesi uyarınca REDDİNE,

Sanık müdafileri ile O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz istemlerinin incelenmesine gelince;

Sanığın aşamalarda inkara yönelik savunmaları, mağdurenin değişen ve çelişki içeren ifadeleri, tanık …’nin beyanları, kolluk tarafından tutanağa bağlanıp sanık ile mağdure arasında geçen konuşmalara dair mağdure tarafından sunulan ses kaydının içeriği ve tüm dosya kapsamına göre, sanığın suç tarihinden önce gelini olan mağdureyle birlikte evinde yaşayan oğlunun, işlediği bir suçtan dolayı 2011 yılında cezaevine girmesinin ardından evde değişik zamanlarda rızası dışında basit cinsel saldırı eylemlerinde bulunduğu ve oğlunun tahliye olmasından sonra yanında kalmaya devam eden mağdureye yönelik olarak, oğlunun tekrar cezaevine girmesi üzerine cinsel ilişkiye girmediği taktirde kendisine ve ailesine bakmayacağı, ortada kalıp sürüneceği şeklinde tehdit içeren sözler sarfetmek suretiyle muhtelif tarihlerde rızası dışında birden ziyade cinsel ilişkiye girdiği hususlarında soyut iddia dışında cezalandırılmasına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gibi, mağdure tarafından dosyaya delil olarak sunulan görüşme içeriklerinin de cinsel ilişkilerin rıza dışı gerçekleştiğini kabule yeterli olmadığı anlaşıldığından, sanığın atılı suçlardan beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi,

Hükümden sonra 24.11.2015 günlü, 29542 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 gün ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı ilamı ile 5237 Sayılı TCK’nın 53 maddesi yönünden kısmi iptal kararı verildiğinden, anılan husus nazara alınarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması,

SONUÇ : Kanuna aykırı, sanık müdafileri ve O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları ile müdafiin duruşmalı inceleme sırasındaki sözlü savunması bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gözetilerek 1412 Sayılı CMUK’nın 321 maddesi uyarınca BOZULMASINA, 12.12.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

  1. Ceza Dairesi         2019/315 E.  ,  2020/494 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Kişilerin huzur ve sükununu bozma
HÜKÜM : Mahkumiyet

KARAR
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede,
Başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak,
1- Sanığın, evli olduğunu bildiği katılanı telefonda birden fazla arayıp, konuşmanın birinde de “müsait misin, ben sizin hayranlarınızdan biriyim” demesi şeklindeki eyleminin, TCK’nın 105. maddesi kapsamında cinsel taciz suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,
2- Kabule göre de, sanık hakkında uzlaşma kapsamında olmayan cinsel taciz suçundan kamu davası açıldığı, yargılama neticesinde eyleminin uzlaşma kapsamına giren kişilerin huzur ve sükununu bozma suçu olarak kabulü karşısında, yönteme uygun olarak CMK’nın 253. ve 254. maddeleri uyarınca uzlaştırma işlemleri yapılmadan mahkumiyet kararı verilmesi,
Kanuna aykırı ve sanık …’un temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yeniden hüküm kurulurken 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesi uyarınca cezayı aleyhe değiştirme yasağının gözetilmesine, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 14/01/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

  1. Ceza Dairesi         2018/2136 E.  ,  2019/14489 K

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Kişilerin huzur ve sükununu bozma
HÜKÜM : Mahkumiyet

KARAR

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
Bir kimseye telefon edilmesi, gürültü yapılması ya da aynı maksatla hukuka aykırı başka bir davranışta bulunulması eylemlerinin ısrarla yapılması halinde, TCK’nın 123. maddesindeki kişilerin huzur ve sükununu bozma suçunun oluşacağı, somut olayda sanığın katılana, huzur sükunu bozmak amacıyla ısrarlı bir şekilde mesaj atmadığının anlaşılması ve sanığın göndermiş olduğu “İyi akşamlar, seni göreli on beş gün oldu güzelliğin beni büyüledi, aklımdan çıkaramıyorum, evli olduğunu biliyorum, ama ne yapayım aklımda sen. Ne yaparsam yapayım hep güzelliğin gözümün önüne geliyor. Sen beni tanımazsın, seninle tanışmak istiyorum, ama beni sakın yanlış anlama, seninle konuşmak istiyorum” şeklindeki mesajın da TCK’nın 105/1. maddesinde düzenlenen cinsel taciz suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kanuna uygun olmayan gerekçeyle kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan hüküm kurulması,
Kanuna aykırı ve sanık …’ın temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnamedeki isteme uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yeniden hüküm kurulurken aleyhe temyiz olmadığından, 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesinin gözetilmesine, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 15/10/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

  1. Ceza Dairesi         2015/9501 E.  ,  2019/8123 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Sulh Ceza Mahkemesi

HÜKÜM : Beraat
TEBLİĞNAMEDEKİ
DÜŞÜNCE : Bozma

İlk derece mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Sanık hakkında tehdit suçundan kurulan hükmün incelenmesinde:
Delilleri takdir ve gerekçesi gösterilmek suretiyle kurulan beraat hükmü usul ve kanuna uygun olduğundan, O Yer …… Savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA
Sanık hakkında cinsel taciz suçundan kurulan hükmün incelenmesinde:
Müştekinin 29.08.2012 tarihli şikâyet dilekçesi ve aşamalarda değişmeyen beyanları, sanığın ikrar içeren ifadesi, mesaj tespit tutanağı ve tüm dosya kapsamında sanığın ……inin eşi olan mağdureye, 27.08.2012 tarihinde “seni seviyorum” şeklinde mesaj gönderdiği anlaşılması karşısında müsnet suçtan mahkumiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,
Kanuna aykırı, O Yer …… Savcısının temyiz itirazı bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 12.03.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

CİNSEL TACİZ KİŞİLERİN HUZUR VE SUKUNUNU BOZMA- TCK 44 UYGULAMASI
14. Ceza Dairesi 2014/45 E. , 2015/10201 K.

“İçtihat Metni”
Tebliğname No : 14 – 2012/226379
MAHKEMESİ : Kapatılan Karşıyaka 2. Sulh Ceza Mahkemesi
: (Karşıyaka 8. Asliye Ceza Mahkemesi)
TARİHİ : 21.05.2012
NUMARASI : 2011/530 Esas, 2012/678 Karar
SUÇ : Cinsel taciz, kişilerin huzur ve sükununu bozma

İlk derece mahkemesince verilençhükümler temyiz edilmekle, 28.06.2014 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren ve cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda değişiklik yapan 6545 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemeler de gözetilip dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Sanık hakkında cinsel taciz suçundan kurulan hükmün incelenmesinde;
Delillerle iddia ve savunma; duruşma göz önünde tutularak tahlil ve takdir edilmiş, sübutu kabul olunan fiilin unsurlarına uygun şekilde tavsif ve tatbikatı yapılmış bulunduğundan, sanığın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA,
Sanık hakkında kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesine gelince;
Dosya kapsamı ve mahkemenin kabulüne göre sanığın, mağdureyi kendisine ait cep telefonundan kısa aralıklarla ve ısrarla gece gündüz arayıp görüştüğü mağdureye cinsel amaçlı müstehcen sözler söylemek suretiyle cinsel tacizde bulunması şeklindeki eylemlerinin TCK’nın 105. maddesinde tanımlanan cinsel taciz ve 123. maddesinde tanımlanan kişilerin huzur ve sükununu bozma suçlarını oluşturduğu, tek eylemle birden fazla suçun işlenmesi nedeniyle TCK’nın 44. maddesi uyarınca fikri ictima kuralları gereğince bu suçlara ilişkin en ağır cezayı öngören TCK’nın 105 ve 43/1. maddelerinin uygulanması yerine ayrıca kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan da ceza tayin edilmesi,
Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 04.11.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

T.C.

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

  1. 2013/14-429
  2. 2015/34
  3. 10.3.2015

Cinsel taciz suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması neticesinde sanığın eyleminin kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı TCK’nun 123/1 ve 53/1 ve 58/6. maddeleri uyarınca altı ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin, Bolu 1. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 05.06.2009 gün ve 1084-478 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 07.11.2012 gün ve 12493-10982 sayı ile;

“… Yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Müştekinin iddiasına uygun olarak sarfedildiği kabul edilen ‘canım nasılsın, seni çok özledim, eve geliyorum’ şeklindeki sözlerin cinsel taciz suçunu oluşturduğu ve eyleminin aynı suç işleme kararı ile birden fazla işlendiği gözetilerek, sanığın zincirleme şekilde cinsel taciz suçundan mahkûmiyeti yerine kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçundan hüküm kurulması…”,

İsabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Bolu 1. Sulh Ceza Mahkemesi ise 05.03.2013 gün ve 13-169 sayı ile;

“… Sanığın ısrarla telefon etme eyleminin sabit kabul edildiği, iddianame ve katılanın anlatımına göre iddia edilen sözleri söylediğini kabul etmediği, bu beyanları kullandığının katılanın soyut iddiası dışında sabit olmadığı, ancak ısrarla telefon ederek katılanı rahatsız ettiğinden kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçundan cezalandırılmasına karar verildiği, sanığın katılanı kendi hazırlık beyanında da belirttiği gibi birden fazla kez telefonla arayarak rahatsız ettiği…”,

Şeklindeki gerekçeyle direnerek sanığın önceki hükümde olduğu gibi kişilerin huzur ve sükûnunu bozmak suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir.

Bu hükmün de sanık tarafından temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 30.05.2013 gün ve 173259 sayılı bozma istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eylemlerinin kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçunu mu, yoksa zincirleme şekilde cinsel taciz suçunu mu oluşturacağının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Katılanın ev telefonundan sürekli aranıp bir kısım sözler söylenmek suretiyle rahatsız edildiği, eşinin evlerini arayan numarayı tespit ettiği, olay tarihinde ankesörlü telefon hizmeti veren bir yerden aranması üzerine, eşinin sanığı telefon ederken yakaladığı, sanığın benzer şekilde işlemiş bulunduğu cinsel taciz ile kişilerin huzur ve sükûnunu bozmak suçlarından, tekerrüre esas teşkil edebilecek nitelikte çok sayıda sabıkasının bulunduğu, tesbit edilmiş olup,

Katılan; yaklaşık dört aydır ismini bilmediği bir şahsın telefonla kendisini günde iki üç kere arayıp cinsel tacizde bulunduğunu, olay günü eşinin evde olmadığı bir saatte arayarak; “evde misin canım, seni çok özledim eve geliyorum” şeklinde sözler söylediğini, durumu eşine bildirdiğini, bir saat sonra tekrar aradığını, numarayı tespit eden eşinin de sanığı telefon ederken yakaladığını, olay nedeniyle psikolojisinin bozulduğunu, eşi ile ayrılma aşamasına geldiğini beyan etmiş,

Tanık F. K.; tanımadığı bir kişinin sürekli evini arayıp eşini rahatsız ettiğini, telefonunun arayan numaraları gösterdiğini, olay günü tekrar araması üzerine eşinden sanığı konuşturmasını istediğini, ankesörlü telefon hizmeti veren bir işyerinden aradığını belirleyip sanığı söz konusu yerde yakaladığını, sanığa neden eşini aradığını sorduğunda; “benim böyle bir hastalığım var, ararım” şeklinde karşılık verdiğini belirtmiş,

Sanık kollukta; olay günü ankesörlü telefondan tesadüfen belirlediği birkaç numarayı aradığını, bunlar arasında daha önce dört beş kez aradığı bir numaranın bulunduğunu, ismini bilmediği bayanın telefonu açıp; “evde kimse yok, konuşabiliriz” dediğini, konuştukları sırada iki kişinin içeri girdiğini, telefon numarasını nereden bulduğunu sorduklarını, şahıslara numarayı tesadüfen aradığını söylediğini, ardından kendisini dövdüklerini anlatmış,

Duruşmada ise; önceki ifadesini kabul etmediğini, katılanı tanımadığını, telefonunu tesadüfen aradığını, yarım saat konuştuklarını, şikâyetçinin kendisini tanıyormuş gibi konuşup evine davet ettiğini, şikâyetçiye; “orada olmaz çarşıda buluşalım, geçerken uğrarım” şeklinde sözler söylediğini, ancak “eve gelirim” demediğini, başka bir söz söylemediğini savunmuştur.

Türk Ceza Kanununun “cinsel taciz” başlıklı 105. maddesi;

“1 ) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına hükmolunur.

2 ) Bu fiiller; hiyerarşi, hizmet veya eğitim ve öğretim ilişkisinden ya da aile içi ilişkiden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az olamaz” şeklinde düzenlenmiş iken, hükümden sonra 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunun 61 maddesiyle;

“1 ) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına, fiilin çocuğa karşı işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

2 ) Suçun;

a ) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin ya da aile içi ilişkinin sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,

b ) Vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından,

c ) Aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,

d ) Posta veya elektronik haberleşme araçlarının sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,

e ) Teşhir suretiyle,

İşlenmesi hâlinde yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise verilecek ceza bir yıldan az olamaz” şeklinde değiştirilmiştir.

Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde taciz; “tedirgin etme, rahatsız etme veya sıkıntı verme” şeklinde tanımlanmıştır.

Maddenin gerekçesinde de; “mağdurun cinsel yönden ahlâk temizliğine aykırı olarak rahatsız edilmesi” biçiminde ifade edilen cinsel tacizin ne tür bir davranışla işlenebileceği hususunda kanunlarda açıklık bulunmamakla birlikte, öğreti ve yargısal kararlarda bu suçun; mağduru hedef almış, vücut dokunulmazlığı ihlal edilmeksizin ancak cinselliğine yönelen söz söyleme, mesaj ya da mektup gönderme, el hareketi yapma, öpücük atma, cinsel ilişki teklif etme, cinsel organını gösterme gibi eylemlerle gerçekleştirilebileceği kabul edilmektedir.

Cinsel taciz suçunun maddi unsuru, bir kimseyi cinsel amaçlı olarak rahatsız etmektir. Suçun manevi unsuru ise kast olup, failin cinsel amaç gütmesi, başka bir ifadeyle cinsel arzu ve isteklerini tatmin maksadıyla hareket etmesi gerekmektedir. Eylemin cinsel amaçla işlenip işlenmediği ya da hangi fiilin cinsel taciz suçunu oluşturacağı somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından takdir edilecektir. Nitekim yargısal kararlarda; pencereye tırmanarak “seni kaçıracağım, beni içeri al, içeri gireceğim” demek, mağdura karşı çiçek koklamak, telefonla kısa aralıklarla arayıp; “evinin önündeyim, dışarı çık, seni maddi ve manevi tatmin edeceğim,” “seni seviyorum, evlenmek istiyorum,” mağdurun yüzüne; “seni ve aileni tanıyorum, arabaya bin, gideceğin yere bırakayım, sana kötülük yapmam” şeklinde sözler söylemek, “konuşmak ister misin, numarayı çaldır, istemezsen kimsenin haberi olmaz” içerikli mesajlar göndermek cinsel taciz olarak kabul edilmiştir.

Cinsel taciz oluşturacak davranışlar, mağdurun vücuduna temas bulunmamak şartıyla ani olabileceği gibi, devamlı nitelikte de gerçekleşebilir. Suçun oluşabilmesi için, failin cinsel amaç gütmesi ve eylemin belirli kişi ya da kişilere karşı gerçekleştirilmiş olması gerekir. Aksi takdirde cinsel taciz değil, hakaret, tehdit ya da kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçları gündeme gelebilecektir.

Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi için, kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçu üzerinde de durulmalıdır.

Türk Ceza Kanununun “hürriyete karşı suçlar” başlıklı yedinci bölümünde yer alan 123. maddesinde kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçu; “sırf huzur ve sükûnunu bozmak maksadıyla bir kimseye ısrarla; telefon edilmesi, gürültü yapılması ya da aynı maksatla hukuka aykırı başka bir davranışta bulunulması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine faile üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

Madde gerekçesinde açıkça belirtildiği üzere, bu suçla kişilerin huzur ve sükûnunun bozulması hususunda gösterilen davranışlar cezalandırılmakta, bu şekilde psikolojik ve ruhsal sükûn içerisinde yaşama hakları korunmaktadır. Bu suçun oluşabilmesi için özel bir maksatla hareket edilmesi, dolayısıyla ısrarla telefon etmek ya da gürültü yapmak veya aynı amaçla hukuka aykırı başka bir fiilde bulunmak suretiyle kişilerin rahatsız edilmesi ve bu hareketlerin de mağdurun huzur ve sükûnunu bozma amacıyla gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçunun maddi unsuru; belirli bir kimseye ısrarla telefon edilmesi veya gürültü yapılması ya da hukuka aykırı bir başka davranışta bulunulması, korunan hukuki yarar; cinsel taciz suçundan farklı olarak ısrarlı davranışlarla kişilerin rahatsız edilmeden sükûn içerisinde, huzurlu ve sağlıklı bir şekilde yaşama haklarıdır. Suç oluşturacak eylemler bakımından herhangi bir sınırlama getirilmediğinden, seçimlik hareketli bir suçtur. Suçun manevi unsuru ise özel kast olup, eylemin sırf başkalarının huzur ve sükûnunu bozmak amacıyla gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu suç, ancak doğrudan kastla işlenebilir. Olası kastla ya da taksirle işlenmesi mümkün değildir.

Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanığı tanımayan, aralarında önceye dayalı herhangi bir husumet ya da kendi şeref ve namusunu ilgilendiren bir konuda iftira atması için sebep bulunmayan katılanın aşamalarda birbiriyle uyum gösteren samimi, ısrarlı ve herhangi bir tereddüde mahal bırakmayan beyanı, bu beyanları doğrulayan tanık anlatımı, sanığın katılanın evini birkaç kere aradığı ve “çarşıda buluşalım, geçerken uğrarım” dediği yönündeki, tevilli ikrar olarak değerlendirilen savunması ve tüm dosya muhtevası göz önünde bulundurulduğunda, katılanın telefonunu değişik zamanlarda ısrarla arayarak söylediği; “evde misin canım seni çok özledim, eve geliyorum” şeklindeki sözlerin cinsel amaç taşıdığı ve eyleminin bir bütün halinde zincirleme şekilde cinsel taciz suçunu oluşturduğunun kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla, yerel mahkeme hükmünün, sanığın eylemlerinin zincirleme şekilde cinsel taciz suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- ) Bolu 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 05.03.2013 gün ve 13-169 sayılı hükmünün, sanığın eylemlerinin zincirleme şekilde cinsel taciz suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

2- ) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.03.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

 

T.C.
YARGITAY
14. CEZA DAİRESİ
ESAS NO. 2012/1001
KARAR NO. 2013/8440
KARAR T. 2.7.2013

Cinsel taciz suçundan sanık S.D.’ın yapılan yargılaması sonunda; atılı suçtan mahkumiyetine dair Tokat 1. Sulh Ceza Mahkemesinden verilen 7.1.2010 gün ve 2009/1040 Esas, 2010/38 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii ve O Yer Cumhuriyet Savcısı tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından tebliğname ile Daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Mahkemece, 15.08.2009 günü mağdureyi telefonla arayarak birlikte olmak istediğini, onu sevdiğini söyleyen sanığın, sonraki iki gün içerisinde de hem telefonla arayıp benzer sözler söylemek, hem de gönderdiği mesajda cinsel içerikli ifadelere yer vermek suretiyle cinsel taciz suçunu zincirleme şekilde işlediği oluşa uygun olarak kabul edildiği halde, sanığın cezasının TCK.nın 43/1. maddesiyle arttırılması gerektiği gözetilmeyerek eksik ceza tayini,

Sabıka kaydı bulunmayan ve tekrar suç işleyemeyeceği konusunda olumlu kanaat oluştuğu ifade edilerek hapis cezası ertelenen sanık hakkında, CMK.nın 231/6. maddesindeki hususlar tartışılarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olup olmadığına karar verilmesi gerektiği gözetilmeyip, eylem ile orantılı olmayacağı şeklindeki kanuni ve yeterli olmayan gerekçe ile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi,

Kabul ve uygulamaya göre de;

SONUÇ : Nüfus kaydına göre suç tarihinde onsekiz yaşından küçük olan sanık hakkında hükmolunan kısa süreli hapis cezasının, TCK.nın 50/3. maddesine göre aynı maddenin 1. fıkrasındaki tedbirlerden birine çevrilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, Yasaya aykırı, sanık müdafii ve O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 Sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK.nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 02.07.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

 

 

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Avukata Sor
1
Whatsapp
Whatsapp
İlleez Hukuk Bürosu olarak size avukatlık ve danışmanlık hizmeti sağlamamız için tıklayıp soru sorabilirsiniz.
Bizi Arayın
Yol Tarifi Al