Manevi Tazminat Hukuku – KHK’lı Olan Manevi Tazminat Talep Edebilir Mi ? – 375 sayılı KHK ve Manevi Tazminat

Manevi tazminat hukuku ne yazık ki ülkemizde yüksek yargı kararlarınca genel itibarla sebepsiz zenginleşme aracı olarak görülmekte olup, gerçekten mağduriyet yaşayanların ve bilhassa maddi yönün dışında kalıp , net bir hesaplama ile ortaya konulamayacak hususlarda mağduriyetin giderilmesini amaçlayan hukuk alanıdır. Sözlük anlamı olarak, kişinin ya da idarenin davranışı ile manevi zarara uğradığını öne süren davacıya mahkemece meblağısı kararlaştırılan ve zarar veren tarafça ödenen para anlamına gelmektedir.

Özellikle idari anlamda ihraç işlemine muhatap olanların bu hususta hem ailevi hem de toplumsal bir yıkıma uğramaları söz konusu olabilmektedir. Bu hususlarda meslekten çıkarılma başta olmak üzere idari eylemler için tam yargı davası olarak manevi tazminat davası açılabileceği açıkça ortadadır.

Burada dikkat edilmesi gereken ilk nokta manevi tazminatın kısmi alacak ve belirsiz alacak türü şeklinde açılamayacak olmasıdır. Önemli olan net bir miktar belirterek davanın açılmasının zaruri olduğu açıktır. Burada nispi harçlandırma söz konusu olacağından miktarın abartıya kaçmadan gerçek manevi yıkıma oranlı belirlenmesi isabetli olacaktır. Aksi halde manevi yıkım sonrası hatalı ve yanlış açılan dava sebebiyle bilhassa avukat aracılığıyla takip edilmeyen davalarda, maddi yıkım da yaşanabilecektir. Bu hususta alanında tecrübeli bir avukat ile çalışmak maddi anlamda sizi zarara uğramaktan kurtacak olup, bir profesyonel eliyle dava takip edileceğinden alabileceğiniz manevi tazminat miktarı da olayınıza göre maksimum bedele yakın olacaktır.

İdari davalarda manevi tazminat istenmesinin önünde tek engel 375 Sayılı KHK ile DMK’ya aktarılan maddedir.

Buna göre : 375 Sayılı KHK – Geçici Madde 35 – 375 KHK 35. Madde ve devamı …..Bu fıkrada öngörülen usuller uyarınca, terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek idari işlem tesis edilmek suretiyle kamu görevinden çıkarılanların itirazları üzerine yapılacak değerlendirme sonucunda görevlerine iadesine ilişkin işlemler aynı usullerle yapılır. Bu kapsamda görevine iade edilenlere kamu görevinden çıkarıldıkları tarihten göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden mali ve sosyal hakları ödenir. Bu kişiler, kamu görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz. Bu personelin görevlerine iadesi, kamu görevinden çıkarıldıkları tarihte bulundukları yöneticilik görevi dışında öğrenim durumları ve kazanılmış hak aylık derecelerine uygun kadro ve pozisyonlara atanmak suretiyle de yerine getirilebilir.

Öyleyse idarenin kusuruyla da olsa , YD ve dava kabul halleri dahi kanuna göre manevi tazminat davası açmakta hukuki yarar bulunmayacaktır. Her ne kadar kanun bu konuda açık şekilde ifade etmiş olsa da , idare hukukunun özü gereği öncelikle Anayasa’ya bakmak doğru olacaktır.

Anayasa –  Madde 47 IV. Çalışma ve sözleşme hürriyeti  Madde 48 – Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.  Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.

Anayasa – Madde 49 A. Çalışma hakkı ve ödevi  Madde 49 – Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.  (Değişik fıkra: 3/10/2001-4709/19 md.) Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.  (Mülga fıkra: 3/10/2001-4709/19 md.

Anayasa – Madde 5 – V. Devletin temel amaç ve görevleri Madde 5 – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

Anayasa- Madde 11 – XI. Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğüMadde 11 – Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.

Anayasa Madde 40- Kişinin, Resmî görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir.

Ayrıca KHK haricinde idarenin mahkeme kararını yerine getirmemesine ilişkin örnek yargı kararları şu şekildedir:

İdarenin, mahkeme kararlarını yerine getirmesi, Anayasa’nın 138. maddesinde öngörülen bağlayıcılık ilkesi gereği temel bir ödevi olup kararları geciktirme ya da uygulamama gibi bir tercih hakkı bulunmamaktadır (Anayasa Mahkemesi, E:2014/149, K:2014/151, T:02/10/2014).

Kamu görevlileri de mahkeme kararlarını yerine getirmek zorunda olup, bu konuda seçim hakları bulunmamaktadır. Kaldı ki, mahkeme kararlarını kasten yerine getirmeyen memur ve diğer kamu görevlilerinin eylemleri suç oluşturmaktadır.

Bu bağlamda, Anayasa’nın 138. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca mahkeme kararlarını uygulayıp uygulamama konusunda seçim hakkı bulunmayan kamu görevlilerinin, yargı kararlarını kasten yerine getirmeme eylemleri, Anayasa’nın 129. maddesinin beşinci fıkrası kapsamında değildir . ( Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir. )..(Anayasa Mahkemesi, E:2012/22, K:2012/133, T:27/09/2012).

Mahkeme kararını uygulamak konusunda yetkili ve görevli olduğu halde uygulamayan kamu görevlisinin hukuken sorumlu olduğu; mahkeme kararının yerine getirilmemesi nedeniyle zarar gören kişinin, davalının kasten uygulamadığını kanıtlama yükümlülüğü olmadığı gibi, davalının da kastının bulunmadığını kanıtlamak suretiyle sorumluluktan kurtulamayacağı (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, E:1999/3555, K:1999/5498, T:09/06/1999).

Mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde ilgilinin, idare aleyhine dava açabileceği gibi kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açabileceği; kamu görevlisinin kastının ancak uygulama isteğinin kendisine ulaştırılmasıyla belirginliğe kavuşacağı, idareye tebliğ temel alınarak kamu görevlisinin kişisel sorumluluğuna karar verilemeyeceği (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, E:1995/1600, K:1995/2397, T:21/03/1995).

Gibi anayasal hak ve anayasa maddelerinin ihlali gerekçesiyle dava açılmasında bir engel bulunmamakla birlikte emsali henüz bulunmadığından mahkemelerin ve bilhassa yüksek yargının özellikle söz konusu 375 sayılı KHK ile ihraç edilenler açısından kararları belirlenmediğinden şu aşamada manevi tazminat davası açılmaması maddi olarak zarara uğranılmaması için tercih edilen yoldur. Yine de bahsi geçen maddeler ve tüm bu yazımız gereği örnek birkaç manevi tazminat kararını belirtmek araştırma yapanların yüksek yargı yönünden fikir sahibi olmasını sağlayacaktır.

 

13. Daire Başkanlığı 2015/3992 E., 2015/4441 K.

“İçtihat Metni”

Danıştay 13. Daire Başkanlığı 2015/3992 E. , 2015/4441 K.”İçtihat Metni”

T.C.

D A N I Ş T A Y

ONÜÇÜNCÜ DAİRE

ESAS NO :2015/3992

KARAR NO :2015/4441

Temyiz İsteminde Bulunanlar ve

KARŞI TARAF :1-

2- (Davacı Yanında Müdahil)

VEKİLİ :

Diğer Müdahil (Davacı Yanında) :

VEKİLİ :

Temyiz İsteminde Bulunan ve

Karşı Taraf (Davalı) :

VEKİLİ :Av.

İSTEMİN_ÖZETİ :Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 02.04.2015 tarih ve E

Davacı ve Davacı Yanında Savunmalarının Özeti : Davalı idarenin temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Davalı İdarenin Savunmasının Özeti : Davacı ve müdahilin temyiz istemlerinin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Davacı Yanında Müdahil Savunmasının Özeti : Savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hâkimi Düşüncesi: Temyiz isteminin kabulü ile temyize konu Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, dosya tekemmül ettiğinden yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin işin gereği görüşüldü:

Dava; davacı şirkete, “Barudi”, “Prodom” ve “Tellus” markalarının alkollü içkilerde kullanılmaması kaydıyla proje tadilat izni verilmesine ilişkin Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu’nun 22.10.2014 tarih ve 8352 sayılı kararı ile anılan kararın davacı şirkete bildirimine ilişkin Alkollü İçkiler Piyasası Daire Başkanlığı’nın 03.11.2014 tarih ve 80 sayılı yazısının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesi’nce; uyuşmazlığın, “Barudi”, “Prodom” ve “Tellus” markalarının, marka kullanım hakkının alkollü içki üreten davacı şirkete mi yoksa diğer tescil sahiplerine mi ait olduğunun belirlenmesi noktasında toplandığı; marka kullanım hakkının kime ait olduğu açıklığa kavuşturulmadan uyuşmazlığın çözümlenemeyeceği; 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 71. maddesi uyarınca anılan Kanun Hükmünde Kararname’den kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı yerlerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verilmiş, bu karar davalı, davacı ve davacı yanında müdahil tarafından temyiz edilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1/a bendinde; idarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları idarî dava türleri arasında sayılmış olup, idare tarafından, bir kamu hizmetinin yürütülmesi dolayısıyla kamu gücü kullanılarak tek taraflı iradeyle tesis edilen kesin ve yürütülmesi zorunlu idarî işlemlere karşı açılacak davalarda idarî yargı yeri görevli bulunmaktadır.

4733 sayılı Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesinde; bu Kanunun amacının Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün yeniden yapılandırılması ile ‘nun kurulmasına, bu Kurumun görev ve yetkilerinin düzenlenmesine ve tütün ve tütün mamullerinin Türkiye’de üretimine, iç ve dış alım ve satımına ilişkin usul ve esasları düzenlemek olduğu, 2. maddesinde; Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu’nun Kurum’un karar organı olduğu, 3. maddesinin (k) bendinde; 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu ve diğer kanunlar ile Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne verilmiş olan görevleri yürütmenin Kurul’un görev ve yetkilerinden biri olduğu belirtilmiş; 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’nun 6. maddesinin 9. fıkrasında ise; “Alkollü içkilerin marka, tanıtıcı ve ayırt edici hiçbir işareti, alkolsüz içki ve sair ürünlerde; alkolsüz içki ve sair ürünlerin marka, tanıtıcı ve ayırt edici hiçbir işareti de alkollü içkilerde kullanılamaz. Ancak, ihraç amaçlı üretilenlerde bu fıkra hükmü uygulanmaz.” hükmüne yer verilmiştir.

556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 1. maddesinde; Kanun Hükmünde Kararname’nin amacının, bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine uygun olarak tescil edilen markaların korunmasını sağlamak olduğu, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin, markaların korunmasına ilişkin esasları, kuralları ve şartları kapsadığı, 62. maddesinde; marka hakkı tecavüze uğrayan marka sahibinin, mahkemeden, marka hakkına tecavüz fiillerinin durdurulmasını, tecavüzün giderilmesi ve maddi ve manevi zararının tazminini, marka hakkına tecavüz dolayısı ile üretilmesi veya kullanılması cezayı gerektiren eşya ile bu eşyaları üretmeye yarayan araç, cihaz, makine gibi vasıtalara el koyulmasını, el konulan ürünler üzerinde kendisine mülkiyet hakkının tanınmasını, marka hakkına tecavüzün devamını önlemek üzere tedbirlerin alınmasını, özellikle el koyulan ürünlerin ve araçların üzerlerindeki markaların silinmesi veya marka hakkına tecavüzün önlenmesi için kaçınılmaz ise imhasını, marka hakkına tecavüz eden kişi aleyhine verilen mahkeme kararının, masrafları tecavüz eden tarafından karşılanarak, ilgililere tebliğ edilmesini ve kamuya yayın yoluyla duyurulmasını talep edebileceği, 71. maddesinde ise; bu Kanun Hükmünde Kararnamede öngörülen davalarda, görevli mahkemenin görevli asliye hukuk ve asliye ceza mahkemeleri olduğu düzenlenmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; şarap üreticisi olan davacı şirket tarafından 18.09.2014 tarihinde, Aydın Organize Sanayi Bölgesi 2. Cadde 2/3 Sokak No:9 Umurlu/Aydın adresindeki şarap üretim tesisi için fıçıda yıllandırma yapmak amacıyla 56 adet 300 litrelik meşe fıçı almayı plânladıklarından bahisle izin talebinde bulunulduğu, dava konusu Kurul kararıyla, davacı şirketin başvurusunun Alkol ve Alkollü İçki Tesislerinin Haiz Olması Gereken Teknik Şartlar, Kurulmaları, İşletilmeleri ve Denetlenmelerine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkındaki Yönetmeliğe uygun olduğu, ancak, davacı şirketin kullandığı markalardan “Barudi”, “Prodom” ve “Tellus” markalarının Türk Patent Enstitüsü’nün internet sitesinden yapılan marka araştırmasında başka firma veya şahıslar tarafından da tescil edildiğinden bahisle davacı şirkete, 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’nun 6. maddesinin 9. fıkrasındaki; “Alkollü içkilerin marka, tanıtıcı ve ayırt edici hiçbir işareti, alkolsüz içki ve sair ürünlerde; alkolsüz içki ve sair ürünlerin marka, tanıtıcı ve ayırt edici hiçbir işareti de alkollü içkilerde kullanılamaz. Ancak, ihraç amaçlı üretilenlerde bu fıkra hükmü uygulanmaz.” hükmü uyarınca “Barudi”, “Prodom” ve “Tellus” markalarının kullanılmaması kaydıyla proje tadilat izni verildiği, anılan kararın davacı şirkete Alkollü İçkiler Piyasası Daire Başkanlığı’nın 03.11.2014 tarih ve 80 sayılı yazısıyla bildirimi üzerine anılan Kurul kararının ve bu kararın bildirimine ilişkin yazının iptali istemiyle de bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bakılan uyuşmazlıkta; dava konusu Kurul kararının, 4733 sayılı Kanun’un Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu’na verdiği yetkiye istinaden alındığı, işlemin gerekçesinin 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’nun 6. maddesinin 9. fıkrasındaki; “Alkollü içkilerin marka, tanıtıcı ve ayırt edici hiçbir işareti, alkolsüz içki ve sair ürünlerde; alkolsüz içki ve sair ürünlerin marka, tanıtıcı ve ayırt edici hiçbir işareti de alkollü içkilerde kullanılamaz.” hükmü olduğu, bakılan davanın 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname kapsamında ve marka tecavüzünü önlemeye yönelik olarak açılan bir dava olmadığı hususları dikkate alındığında, bakılan davanın 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’den kaynaklanan bir ihtilaf olarak nitelendirilmesine olanak bulunmadığından, idari yargının görevinde bulunan uyuşmazlığın, adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği yolundaki temyize konu kararda usule uygunluk bulunmamaktadır.

Öte yandan; U Ticaret Ltd. Şti. tarafından Mahkeme kaydına 26.01.2015 tarihinde giren dilekçeyle, Derneği tarafından Mahkeme kaydına 03.02.2015 tarihinde giren dilekçeyle müdahale talebinde bulunulmasına rağmen, anılan talepler hakkında herhangi bir karar verilmediği anlaşıldığından Mahkemece yeniden verilecek kararda anılan hususun da değerlendirilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 02.04.2015 tarih ve E:2014/2166, K:2015/669 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, kullanılmayan 45,60.-TL yürütmeyi durdurma harçlarının istemleri hâlinde davacıya ve davacı yanında müdahile ayrı ayrı iadesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 09.12.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye üye

 

11. Daire 2013/4459 E., 2014/2291 K.

“İçtihat Metni”

  1. Daire 2013/4459 E. , 2014/2291 K.
  • CUMHURIYET SAVCISI,
  • MESLEKTEN ÇIKARMA CEZASI,
  • MADDI TAZMINAT,
  • MANEVI TAZMINAT,
  • EMEKLILIK,
  • İLLIYET BAĞI

“İçtihat Metni”Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığınca hazırlanmıştır. İzinsiz olarak kopyalanması ve dağıtılması hukuki sorumluluk gerektirir.

ÖZETİ :

Hakkında verilen meslekten çıkarma cezasına ilişkin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararını yargı mercii önüne götürme imkanı bulunmayan, ancak İdarenin hukuka aykırı işlemleri sebebiyle yaş haddinden emekli olacağı tarihe kadar mesleğini fiilen yapma hakkını da kullanamayan ve bu işlemler nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığı da açık olan davacının, istek ile emekliye ayrılmış olmasının, meslekten çıkarma cezası ve bu işlem nedeniyle uğradığı zarar arasındaki illiyet bağını kesmeyeceği hakkında.

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı) :

Karşı Taraf (Davalılar) :

1-

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu

VEKİLİ :

Av. …

2-

Adalet Bakanlığı

İSTEMİN ÖZETİ :

Ankara 7. İdare Mahkemesince verilen 25.06.2013 tarihli ve E:2012/1123; K:2013/1062 sayılı kararın; davacı tarafından, temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ :

Davalı İdarelerce temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hâkimi :

Erhan Yıldırım

DÜŞÜNCESİ :

Her ne kadar davacı, meslekten çıkarma cezasına yaptığı itiraz sonuçlanmadan emekliye ayrılmış ise de; o tarihlerde yürürlükte olan mevzuata göre davacının itirazını inceleyecek kurulun çoğunluğunun yine cezayı veren kurul üyelerinden oluşması, davacının bu nedenle itirazından olumlu bir sonuç çıkmayacağı öngörüsü ve meslekten ihraç edilen Hakim ve Cumhuriyet Savcılarının alternatif olarak yapabileceği Avukatlık mesleğini de yapamayacağı kaygısı karşısında, emeklilik talebinde bulunmak zorunda kaldığının kabulü gerektiği, esasen bu durumun re’sen emekliye sevk işlemi ile fiili olarak bir farkının bulunmadığı göz önüne alındığında, davacının 6087 sayılı Yasa ile yeniden yapılandırılan ve anılan Kanun’un geçici 3. maddesi uyarınca, davacı hakkında verilen cezayı hukuka aykırı bularak kaldıran Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bu kararı üzerine, hakkında verilen hukuka aykırılığı ortaya konulan ceza karşısında emekli olmak zorunda kalması nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açtığı davada, meslekten çıkarma cezası ile oluştuğu ileri sürülen zarar arasında illiyet bağının kesildiği gerekçesi ile davanın reddi yolunda verilen Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince, 2577 sayılı Yasa’nın 17. maddesinin 2. fıkrası uyarınca duruşma yapılmasına gerek görülmeyerek işin gereği görüşüldü:

Dava, Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmakta iken, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 29.02.1996 tarihli ve 144 sayılı kararıyla meslekten ihraç edilen ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun geçici 3. maddesi kapsamında yaptığı başvuru üzerine meslekten ihraç kararı kaldırılan davacı tarafından, emekliye ayrıldığı 15.06.1997 tarihi ile yaş haddinden emekliye ayrılması gereken 31.12.2008 tarihi arasındaki maaş farklarından oluşan maddi zararı ile 20.000- TL manevi zararın tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince; davacı tarafından meslekten çıkarma cezası verilmesi nedeniyle erken emekliye ayrılmak zorunda kaldığı ileri sürülmekte ise de, davacının söz konusu meslekten ihraç kararı kesinleşmeden ve meslekten çıkarma cezası uygulanmadan, kendi isteğiyle emekliye ayrılmakla, ceza ile uğradığını iddia ettiği zarar arasındaki illiyet bağının kesildiği dikkate alındığında, cezanın sonradan kaldırılmış olması nedeniyle, emekliye ayrıldığı 15.06.1997 tarihinden yaş haddinden emekliye ayrılması gereken 31.12.2008 tarihine kadar oluştuğu ileri sürülen maaş farklarının ödenmesine hukuken imkân bulunmadığı; davacıya manevi tazminat ödenmesi şartlarının da gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı, Mahkeme kararının, hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.

2461 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun 2. maddesinde; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun; Adalet Bakanının başkanlığında, Yargıtay’dan üç asıl ve üç yedek, Danıştay’dan iki asıl ve iki yedek üye ile Adalet Bakanlığı Müsteşarından kurulacağı; 10. maddesinde Kurulun; Başkanın, onun yokluğunda Başkanvekilinin daveti üzerine, üye tamsayısı ile toplanacağı; Yargıtay ve Danıştay’a mensup asıl üyelerin Başkanlık ettiği hallerde veya yokluğunda, toplantı yeter sayısının sağlanması için asılları yerine, Kurula kıdem sırasına göre yedeklerinin iştirak edeceği; Bakanlık Müsteşarının Kuruldaki üyeliğinin asli görevi süresince devam edeceği; Müsteşar bulunmadığı zaman kendisine vekâlet etmekte olanın Kurula katılacağı; Kurulun kararlarını salt çoğunlukla alacağı, üyelerin kabul veya ret şeklinde oy kullanacağı, çekimser oyun ret sayılacağı; Kurulun Adalet Bakanlığında toplanacağı, Kurulun işlerinin Adalet Bakanlığınca yürütüleceği; 11. maddesinde, Kurul kararının tebliğinden itibaren on gün içerisinde, Adalet Bakanı veya ilgililerin, kararın bir defa daha incelenmesini Kuruldan isteyebileceği, bu halde Kurulun, gerekli incelemeyi yaparak kararını vereceği; 12. maddesinde, Kurulca yeniden incelenerek verilen karara karşı, ilgililerin tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde itirazda bulunabilecekleri; itirazın, Adalet Bakanının, onun yokluğunda Başkanvekilinin başkanlığında, asıl ve yedek üyelerden oluşan, itirazları inceleme Kurulunca incelenerek sonuçlandırılacağı; bu Kurulun toplantılarına, Başkan hariç en az sekiz üyenin katılmasının ve kararın, katılanların çoğunluğu ile alınmasının şart olduğu, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu, bu karar hakkında başka bir idari ya da kazai mercie başvurulamayacağı, hükümlerine yer verilmiştir.

13.05.2010 tarihli ve 27580 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Kanun’un 22. maddesi ile T.C. Anayasasının “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” başlıklı 159. maddesi değiştirilerek, anılan Kurulun yapısı ve çalışma usulleri yeniden düzenlenmiş ve Hakimler ve Cumhuriyet Savcıları hakkında verilen meslekten çıkarma cezalarına karşı yargı yolu açılmıştır.

18.10.2010 tarihli ve 27789 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu ile 13.05.1981 tarihli ve 2461 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu ile ek ve değişiklikleri yürürlükten kaldırılarak, Anayasa değişikliğine paralel düzenlemeler getirilmiştir.

6087 sayılı Kanun’un Geçici 3. maddesinde, 2461 sayılı Kanun ile kurulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, haklarında meslekten çıkarma cezası verilen hâkim ve savcıların, bu cezanın kaldırılması için idarî dava açmadan önce, bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış gün içinde Kurula başvurmaları gerektiği; Genel Kurulun, usulüne uygun yapılan başvurular üzerine, dosya üzerinden yapacağı inceleme sonunda, talep halinde, başvuranın bizzat veya vekili aracılığıyla yazılı ya da sözlü savunmasını da almak suretiyle, başvurunun kabulüne veya reddine karar vereceği; başvurunun kabulü halinde, önceki kararın kaldırılmasına; hâkimlik ve savcılık mesleğine kabulde aranan niteliklerin kaybedilmemiş olması şartıyla, ilgilinin hâkimlik ve savcılık mesleğine tekrar atanmasına; önceden verilmiş olan meslekten çıkarma cezasına konu eylem sebebiyle başka bir disiplin cezası verilmesine gerek gördüğünde, eyleme uyan disiplin cezasına karar vereceği; ikinci ve üçüncü fıkralar uyarınca verilen kararlara karşı, Başkan veya ilgilinin, tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde, Genel Kuruldan yeniden inceleme talebinde bulunabileceği; yeniden inceleme talebi üzerine verilen kararların kesin olduğu; ikinci fıkra uyarınca verilen başvurunun reddine ilişkin kesinleşen kararların iptali talebiyle, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’a başvurulabileceği; bu davanın, acele işlerden sayılacağı kurallarına yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; davacının, Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmakta iken hakkında açılan soruşturma neticesinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 29.02.1996 tarihli ve 144 sayılı kararıyla meslekten çıkarılmasına karar verildiği; bu karara karşı yeniden inceleme talebiyle yaptığı başvurunun, 23.09.1996 tarihli ve 1996/154 sayılı kararla reddedildiği; davacının, 03.04.1997 tarihli dilekçesiyle emekliliğini istemesi üzerine, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünün 11.04.1997 tarihli onayı ile 15.06.1997 tarihi itibarıyla emekliye sevk edildiği; Emekli Sandığınca davacıya, 30 yıl 5 ay fiili hizmeti ve 1. derecenin 4. kademesi intibakı ve (7600) ek gösterge rakamı ile 7000 gösterge rakamı üzerinden yüksek hâkimlik tazminatından yararlandırılmak suretiyle, 15.06.1997 tarihinden itibaren emekli aylığı bağlandığı ve 30 tam hizmet yılı üzerinden emekli ikramiyesi ödendiği; itiraz başvurusunun 05.05.1997 tarihli ve 1997/24 sayılı karar ile reddi üzerine de meslekten ihraç kararın kesinleştiği, davacının 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğinden sonra yayımlanan 6087 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurusu, anılan Kanun’un geçici 3. maddesi uyarınca incelenerek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 14.04.2011 tarihli ve 137 sayılı kararıyla; hakkındaki iddiaların ve dosyadaki kanıtların meslekten çıkarma cezası verilmesini gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından cezanın kaldırılması üzerine, davacı tarafından 14.11.2011 tarihinde Adalet Bakanlığına başvurularak, 01.01.1943 doğumlu olması nedeniyle 31.12.2008 tarihine kadar hâkim olarak görev yapabilecek durumda iken, 05.05.1997 tarihinde verilen meslekten çıkarılma kararı nedeniyle yaş haddinden önce 15.06.1997 tarihinde emekliye ayrılmak zorunda kaldığı, bu nedenle 15.06.1997 tarihinden, yaş haddinden emekliye ayrılması gereken 31.12.2008 tarihine kadar oluşan maaş farkları tutarında maddi ve 20.000 TL de manevi tazminatın tarafına ödenmesi isteminde bulunulduğu; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 18.01.2012 tarihli ve E:2011/20, K:23 sayılı kararı ile bu istemin reddedilmesi üzerine, emekliye ayrıldığı 15.06.1997 tarihinden yaş haddinden emekliye ayrılması gereken 31.12.2008 tarihine kadar oluşan maaş farkları tutarı ile 20.000 TL manevi tazminatın tarafına ödenmesine karar verilmesi istemiyle, bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

T.C. Anayasasının 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına saygılı demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

Hukuk Devleti olgusunun işlerlik kazanabilmesi için, İdarenin bütün eylem ve işlemlerinin bağımsız yargıçlar tarafından, etkin bir yargısal denetime tabi tutulması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.

T.C. Anayasa’nın 125. maddesinde, İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu ve İdarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış, Temel Haklar ve Ödevlere ilişkin ikinci kısmında yer alan 36. maddesinde, herkes meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir hükmüne; 15. maddesinde, suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz hükmüne; Yargı ile ilgili üçüncü bölümde yer alan 139. maddede “Hâkimler ve Savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz” hükmüne yer verilmiştir.

Anayasanın 90. maddesinde ise “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmüne yer verilerek Hukuk Devleti evrensel hukuk ilkeleri ile ilişkilendirilmiştir.

İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme, Türkiye Cumhuriyeti tarafından 18 Mayıs 1954 tarihinde kabul edilmiştir.

Türkiye’de Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararı ile meslekten çıkarılan bir savcı ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen Kayasu-Türkiye 13.11.2008 tarih 64110/00 sayılı kararda, Hâkimler ve Savcılar Kurulu kararlarının yargı denetimi dışında kalmasının, Sözleşmenin 10. ve 13. maddesine aykırılık oluşturduğuna; meslekten ihraç kararına karşı, itirazı inceleyen kurul üyelerinin dokuz kişi olup, bu dokuz üyeden dördünün ise ihraç kararını veren Kurulda bulunması; bu şartlar altında itirazları incelemekle yükümlü olan üyelerin, bağımsızlığı konusunda İç Tüzükte herhangi bir düzenleme öngörülmemiş olduğu gözetildiğinde, başvuruyu itirazen karara bağlama yetkisine sahip olan Yüksek Kurul’un bağımsızlığının şüphe götürmesi nedeniyle, Sözleşmenin 10. ve 13. maddesinin ihlal edildiğine oybirliğiyle karar vermiştir.

Doktrinde, idarenin hukuki sorumluluğu, kamu hizmetlerinden doğan zararların karşılanıp giderilmesini amaçlayan hukuki bir kurum olarak tanımlanmaktadır. İlgilinin zararının karşılanabilmesi için, zarara uğramasına neden olan idari işlem veya eylem; hizmetin geç ve/veya kötü işlemesi veya hiç işlememesi şeklinde bir hizmet kusuru oluşturmalı ya da kusursuz sorumluluk esasının uygulanmasına elverişli olmalıdır.

Tam yargı davaları, İdare hukuku alanında ihlal edilmiş bir hakkın yerine getirilmesi ve uğranılan bir zararın giderilmesi için, açılan davalardır. Bu davalarla, İdarenin hukuk kuralları içinde kalması, hukukun üstünlüğünün temin edilmesi amaçlanır. Kişilerin, tam yargı davası ile hukuki bir doğruya dayanarak, sübjektif bir hakkın varlığının tespitini talep etmesi mümkündür. Mahkemece hak ihlalinin tespiti halinde, olumsuz hukuki sonuçları ortadan kaldıracak nitelikte tazminata hükmedilmesi gerekmektedir.

Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmakta iken, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 29.02.1996 tarih ve 144 sayılı kararıyla meslekten çıkarılma cezası ile cezalandırılan davacının, bu kararın yeniden incelenmesi talebinin 23.09.1996 tarihinde; itiraz başvurusunun ise 05.05.1997 tarihinde reddedildiği, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olması nedeniyle kesinleşen meslekten ihraç kararına karşı dava açma imkanı bulunmadığı gibi, itirazını inceleyen Kurulun çoğunluğunun cezayı veren üyelerden oluştuğu, bu nedenle itirazından da olumlu bir sonuç çıkmayacağı kanaati ile ve meslekten ihraç edilen hâkim ve savcıların avukatlık yapmalarının da mümkün olmadığı hususlarını gözeterek, aylık ve diğer sosyal güvenlik haklarından mahrum kalmamak için, 30 yıllık hizmeti karşılığında hak etmiş olduğu emekliliğini istemek zorunda kaldığı aşikârdır.

6087 sayılı Kanun uyarınca davacı tarafından yapılan başvuru üzerine dosyanın Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından yeniden incelenerek, davacının fiillerinin meslekten çıkarma cezasını gerektirir nitelikte bulunmadığı belirtilerek, 29.02.1996 tarih ve 1996/144 sayılı kararın kaldırılmasına, isnad edilen diğer fiiller yer değiştirme veya meslekten çıkarma cezasını gerektirir nitelikte bulunmadığı gibi 23.04.1999 tarihinden öncesine ait olduğundan 4455 sayılı Af Kanunu kapsamında dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir. Bu kararın uygulanarak savcılık görevine tekrar döndürülmesi mümkün olan davacı, yaş haddini doldurması sebebiyle, bu haktan da mahrum kalmıştır.

Aktarılan süreç sonunda oluşan bu yeni hukuki durum karşısında, hakkında verilen hiçbir kararı yargı mercii önüne götürme imkanı bulunmayan ancak İdarenin hukuka aykırı işlemleri sebebiyle yaş haddinden emekli olacağı tarihe kadar mesleğini fiilen yapma hakkını da kullanamayan davacının, bu işlemler nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığı ve bu zararın tazmini için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda belirtilen usule uygun olmak kaydıyla, dava açma hakkının doğduğunu kabul etmek gerekir.

Yukarıda belirtilen sebeplerle, meslekten ihracına ilişkin karara yaptığı itirazı, itirazları inceleme kurulunda incelenmekte iken davacının emekliliğini istemiş olmasının, meslekten çıkarılma cezası ile bu işlem nedeniyle uğradığı zarar arasındaki illiyet bağını kestiğinden bahisle, emeklilik statüsünden kaynaklanan maddi kayıplarının ödenmesine imkân bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine ilişkin mahkeme kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.

Öte yandan; Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmakta iken, yukarıda belirtilen süreçle karşı karşıya kalan davacının, İdarenin işlemleri sebebiyle şeref ve haysiyetinin rencide edildiği maddi ve manevi elem duyduğu açık olup, olayda manevi tazminat ödenme şartları da doğmuştur.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına; dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere Mahkemeye gönderilmesine, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içinde Danıştay’da karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

12. Daire 2009/297 E., 2011/4916 K.

“İçtihat Metni”

  1. Daire 2009/297 E. , 2011/4916 K.
  • TAM YARGI DAVASI
  • DAVA SÜRESİ

“İçtihat Metni”

ÖZETİ :

Davacının 2577 sayılı Yasa’nın 12. maddesinde yer alan düzenleme uyarınca, iptal davasında verilen karara karşı başvurulan kanun yolu sonucunda verilecek kararın tebliği sonrasında dahi tam yargı davası açabilme hakkı bulunduğundan, davada süre aşımı bulunmadığı hakkında.

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı):

KARŞI TARAF :

İçişleri Bakanlığı

İSTEĞİN ÖZETİ :

Isparta İdare Mahkemesince verilen 27.10.2008 günlü, E:2008/966, K:2005/1005 sayılı kararın dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ :

Temyizi istenen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, ileri sürülen nedenlerin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine uymadığı, bu nedenle istemin reddi gerektiği yolundadır.

Danıştay Tetkik Hakimi :

Özlem Ulaş

DÜŞÜNCESİ :

İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından anılan kararın onanması gerektiği düşünülmüştür.

DANIŞTAY SAVCISI :

Nazmiye Kılıç

DÜŞÜNCESİ :

İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği düşünüldü:

Burdur Emniyet Müdürlüğü kadrosunda polis memuru olarak görev yapmakta iken açığa alınan, sonrasında Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğünün 8/16 ncı maddesi uyarınca meslekten çıkarma cezası ile cezalandırılmasına karar verilen davacı tarafından, Isparta İdare Mahkemesince verilen 31.12.2007 günlü E:2007/1315, K:2007/1731 sayılı iptal kararının ardından açıkta kaldığı süre boyunca maaşından kesilen üçte birlik kısmın meslekten ihracının istenilmesi nedeniyle emekliye erken ayrıldığından bahisle yoksun kaldığı 18 aylık maaş tutarının ,60,90 TL.yargılama giderinin, sağlık raporu için hastaneye yatırdığı 96TL.nin ve bu raporun alınması için hastanede geçirilen üç günün an yevmiye tutarının ve yol ücretinin karşılığı hesaplanacak maddi zararının ve 18.000 TL.manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açılmıştır.

Isparta İdare Mahkemesince verilen 27.10.2008 günlü, E:2008/966, K:2008/1005 sayılı kararla; davacı hakkında tesis edilmiş olan meslekten çıkarma cezasının Mahkemelerince verilen 31.12.2007 günlü ve E:2007/1315, K:2007/1731 sayılı kararla iptal edildiği ve bu kararın davacıya 17.3.2008 tarihinde tebliği üzerine 2.6.2008 tarihinde açılan davada, tebliğden itibaren 60 günden sonra açılmış olması nedeniyle süre aşımı bulunduğu , diğer yandan Mahkemelerince verilen iptal kararına karşı kanun yoluna başvurulduğundan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun dava açma hususunda seçimlik hak sunan 12. maddesi uyarınca, kanun yolu başvurusu sonucu verilecek kararın tebliği üzerine 60 gün içinde yeniden dava açma hakkı olduğunun muhakkak olduğu gerekçesiyle 2577 sayılı Yasanın 15/1-b maddesi uyarınca süre aşımı nedeniyle dava reddedilmiştir.

Davacı , iptal kararının 17.3.2008 tarihinde tebliğ edilmediğini , zararının karşılanması amacıyla 29.4.2008 tarihinde idareye başvurmuş olduğunu, iptal kararının idarece temyiz edilmediğini, kararı hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek idare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istemektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesinde “ilgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştay’a ve İdare ve Vergi Mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler.Bu halde de ilgililerin 11. madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” hükmü yer almıştır.

Dava dosyasının ve Dairemizce verilmiş olan 24.11.2010 günlü ve E:2008/7252, K:2010/5745 sayılı karar ile yine Dairemizin E:2011/2697 sayılı dosyasında mevcut belgelerin incelenmesinden; davacı hakkında tesis edilen meslekten çıkarma cezasının Isparta İdare Mahkemesince verilen 31.12.2007 günlü, E:2007/1315, K:2007/1731 sayılı kararla iptal edildiği, iptal kararının 17.3.2008 tarihinde davacının birlikte ikamet ettiği oğlu imzasına tebliğ edildiği, davalı idarece karara karşı temyiz yoluna başvurulduğu, Isparta İdare Mahkemesinin 14.7.2008 günlü, E:2007/1315, K:2007/1731 Temyiz No:2008/140 sayılı kararıyla temyiz isteminde bulunmamış sayılmasına karar verildiği, bu kararın temyiz edilmesi üzerine Dairemizce verilen 24.11.2010 günlü ve E:2008/7252, K:2010/5745 sayılı kararla; davalı idarenin temyiz istemi kabul edilerek kararın bozulduğu ve sonuç olarak iptal kararına karşı kanun yoluna başvurulmuş olduğu anlaşılmaktadır.

İdare Mahkemesince olayda iptal davası üzerine açılan tam yargı davasının mevcut olduğu ve kararın tebliğ tarihinden itibaren 60 gün içinde ve en son 16.5.2008 tarihinde dava açılması gereğinden bahisle davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle süre aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş ise de yukarıda anılan 2577 sayılı Yasanın 12. inci maddesinde yer alan düzenleme uyarınca davacının iptal davasında verilen karara karşı başvurulan kanun yolu sonucunda verilecek kararın tebliği sonrasında dahi tam yargı davası açabilme hakkı bulunduğu açık olduğundan davada süre aşımı bulunmayıp işin esasının incelenmesi gerekirken İdare Mahkemesince davada süre aşımı bulunduğu yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davacı temyiz isteminin kabulüyle Isparta İdare Mahkemesince verilen 27.10.2008 günlü, E:2008/966, K:2008/1005 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen nedenler gözetilmek suretiyle yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine 17.10.2011 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

İdare Mahkemesince verilen kararda hukuka aykırılık bulunmadığından temyiz isteminin reddiyle kararın onanması gerektiği görüşüyle karara katılmıyorum.

 

10. Daire 1988/1621 E., 1989/1182 K.

“İçtihat Metni”

  1. Daire 1988/1621 E., 1989/1182 K.
  2. Daire 1988/1621 E., 1989/1182 K.

“İçtihat Metni”

Yargılamanın Yenilenmesini isteyen (Davacı) : ………….

Karşı Taraf (Davacı) : ……………. İçişleri Bakanlığı

İSTEMİN ÖZETİ :Polis memuru olan davacının 657 sayılı Yasanın 125/E-b maddesi uyarınca uyarınca memuriyetten çıkarılması hakkındaki içişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunca verilen 6.11.1978 gün ve 78/288 sayılı kararın iptali istemiyle açılan dava, Danıştay Mürettep Dairesince 25.12.1980 gün ve E

Davacı vekili, Danıştay Mürettep Dairesinin red kararına dayanak olarak alınan Sıkıyönetim Mahkemesince verilen mahkumiyet kararının bozulmasından sonra ………. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 8.3.1988 gün ve E: 1982/234, K: 1988/38 sayılı kararı ile müvekkilinin beraat ettiği ve sözkonusu kararın kesinleştiğinden bahisle, Danıştay Mürettep Dairesi kararının yargılanmanın yenilenmesi suretiyle kaldırılmasını ve işlemin iptal edilmesini, 9.12.1978 tarihinden beri ödenmeyen maaş ve özlük hakların faiziyle birlikte ödenmesini, açıkta geçen sürenin tamamının emeklilik ve derece yükselmesine sayılmasını, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 15.000.000 TL maddi ve 5.000.000 TL manevi tazminat ödenmesi istemektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ :Yargılanmanın yenilenmesi dilekçesinde öne sürülen hususların 2577 sayılı Kanunun 53. maddesinde belirtilen nedenlere uymadığı, istemin reddi gerekeceği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi : Emin Celalettin Özkan

DANIŞTAY SAVCISI :Ülkümen Osmanağaoğlu

DÜŞÜNCESİ :Davacı tarafından öne sürülen yargılanmasının yenilenmesi istemi 2577 sayılı Yasanın 53/1-c maddesi hükmüne uygun bulunduğundan istemin kabulüyle Danıştay Mürettep Dairesi kararının ortadan kaldırılması gerekir. Davanın esasına gelince; Dava dosyasının ve istem yazımızla getirtilen işlem dosyasının incelenmesinden, davacının üzerine atılı disiplin suçunu işlediğini gösteren kesin ve inandırıcı nitelikte kanıtlar elde edilemeden dava konusu disiplin cezasıyla cezalandırıldığı anlaşılmakla, sebep yönünden hukuka aykırı olan işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği düşünülmüştür.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince işin gereği düşünüldü:

Polis memuru olan davacının, memuriyetten çıkarılması hakkındaki davalı idare Yüksek Disiplin Kurulu kararının iptali istemiyle açılan davanın reddine ilişkin olarak Danıştay Mürettep Dairesince verilen 25.12.1980 gün ve E:1979/1491, K:1980/4310 sayılı karara dayanak alınan ve davacının mahkumiyetine dair Sıkıyönetim Komutanlığı 1 nolu Askeri Mahkemesinin 14.11.1979 gün ve 1979/319-366 sayılı kararının bozulmasından sonra

……….. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 8.3.1988 gün ve E:1982/234, K:1988/38 sayılı kararla davacının üzerine atılı bulunan suçtan beraat ettiği anlaşılmakla, davacının 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 53/c maddesine uygun bulunan yargılanmanın yenilenmesi isteminin kabulüne Başkan Şerafettin Kayanın muhalefetiyle oyçokluğuyla karar verilip, Danıştay Mürettep Dairesinin 25.111980 gün ve E: 1979/1491; K: 1980/4310 sayılı kararı kaldırılarak işin esası yeniden incelendi:

2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 53/c maddesinde, karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün kesinleşen bir mahkeme kararıyla bozularak ortadan kalkması yargılanmanın yenilenmesi sebeplerinden biri olarak sayılmıştır.

Polis memuru olan davacının, 657 sayılı Yasanın 125/E-b maddesi uyarınca memuriyetten çıkarılması hakkında içişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunca verilen 6.11.1978 gün ve 78/288 sayılı kararın iptali sitemiyle açılan dava; Danıştay Mürettep Dairesinin 25.12.1980 gün ve E:1979/1491, K:1980/4310 sayılı kararı ile, “dava dosyası ile soruşturma dosyasının incelenmesinden ve Adana Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay illeri Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Nolu Askeri Mahkemesinin 14.11.1979 gün ve 1979-319-366 sayılı kararından, ……….. Belediye Bakanvekilinin evine patlayıcı madde atarak Belediye Başkanvekilinin eşinin yaralanmasına sebebiyet verdiği anlaşılan davacının fiiline uygun olarak memuriyetten ihraç cezası ile cezalandırılmasında yasaya aykırılık görülmediği” gerekçesiyle reddedilmiştir.

Dava dosyasının ve Dairemizin 6.3.1989 gün ve E:1988/1621 sayılı ara kararı gereği getirtilen ……….. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyasının incelenmesinden; davacının mahkumiyetine ilişkin Sıkıyönetim mahkemesi kararının Askeri Yargıtay 3. Dairesinin 15.7.1980 gün ve E: 1980/229; K: 1980/260 sayılı kararıyla bozulduğu, adli ve askeri yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları sonucu ortaya çıkan görev uyuşmazlığı nedeniyle davanın adli yargı yerinde çözülmesi gerektiği yolundaki uyuşmazlık Mahkemesinin 8.11.1982 günlü kararı uyarınca dava dosyasının intikal ettiği ……….. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda adı geçen mahkemenin kesinleşen 8.3.1988 gün ve E-.1982/234, K: 1988/38 sayılı kararıyla davacının üzerine atılı bulunan suçtan dolayı beraatine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Davacının beraatine ilişkin ve kesinleşmiş bulunan ……….. Ağır Ceza Mahkemesi kararından ve soruşturma dosyasının incelenmesinden, davacının üzerine atılı bulunan disiplin suçunu işlemediği anlaşıldığından, memuriyetten çıkarılma cezası ile tecziyesine ilişkin dava konusu kararda mevzuata uyarlık bulunmamaktadır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline oyçokluğuyla; davacının 9.12.1978 tarihinden beri ödenmeyen maaş ve özlük haklarının faiziyle birlikte ödenmesi, açıkta geçen sürenin tamamının emeklilik ve derece yükselmesine sayılması, 15.000.000 TL maddi ve 5.000.000.- TL manevi tazminat ödenmesi yolundaki talepleri başlangıçtaki davada yer almadığından ve davanın genişletilmesi mahiyetinde bulunduğundan reddine, dökümü aşağıda gösterilen 19.970 (Ondokuzbindokuzyüzyetmiş) lira yargılama gideri ile yargılanmanın yenilenmesi talebinde bulunulduğu tarihte yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hesaplanan 17.300 (onyedibinüçyüz) lira avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, fazla yatırılan 48.000 (Kırksekizbin) lira harcın istek halinde davacıya iadesine, getirtilen mahkeme dosyasının yerine gönderilmesine 31.5.1989 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

AZLIKOYU

X- Davacı vekili tarafından ileri sürülen nedenin, 2577 sayılı Yasanın 53. maddesinde sayılan yargılanmanın yenilenmesi nedenlerinden hiçbirisine girmediği görüşüyle Danıştay Mürettep Dairesinin kesinleşen kararının yargılanmanın yenilenmesi suretiyle kaldırılarak dava konusu işlemin iptali yolunda verilen çoğunluk kararına katılmıyorum.

XX- Yargılanmanın yenilenmesi isteminin kabulü gerektiği görüşünde olmakla birlikte, davacının Ağır Ceza Mahkemesinde, delil yetersizliğinden beraat etmesi, kendisine isnat olunan fiili işlemediğinin kesin kanıtı değildir, idari ve adli soruşturma dosyası içeriğine göre davanın reddi gerekeceği görüşüyle çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.

 

T.C.

YARGITAY

. Hukuk Genel Kurulu

Esas No: 2013/4-1553

Karar No: 2015/11

Karar Tarihi: 14.01.2015

MANEVI TAZMINAT DAVASI – GENEL KURULCA BENIMSENEN VE

DAVACI YARARINA MANEVI TAZMINAT TAKDIR EDILMESI GEREGINE

ISARET EDEN ÖZEL DAIRE BOZMA KARARINA UYULMAK GEREGI –

DIRENME KARARININ BOZULMASI

ÖZET: Dava, yargı kararının uygulanmaması sebebiyle kisilik haklarına saldırıdan dolayı ugranılan

manevi zararın ödetilmesi istemine iliskindir. Yerel mahkemece, H.G.K.’nca da benimsenen ve davacı

yararına manevi tazminat takdir edilmesi geregine isaret eden Özel Daire bozma kararına uyulmak

gerekirken, yanılgılı gerekçeyle davanın reddine dair önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya

aykırıdır. Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.

(2709 S. K. m. 2, 125, 138) (2577 S. K. m. 28)

Dava: Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda: Ankara

  1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 21.9.2009 gün ve 2008/208 esas,

2009/178 karar sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.

Hukuk Dairesinin 2.11.2010 gün ve 2009/11648 esas, 2010/11256 karar sayılı ilamı ile;

(… Dava, yargı kararının uygulanmaması sebebiyle kisilik haklarına saldırıdan dolayı ugranılan manevi

zararın ödetilmesi istemine iliskindir. Yerel mahkemece istem reddedilmis, karar, davacı tarafından

temyiz olunmustur.

Davacı, idare mahkemesince verilen yürütmenin durdurulması kararını gerçek anlamda ve kalıcı olarak

uygulamayan davalıların, kendisini baska bir görevde görevlendirdiklerini ve iptal kararını da eylemsel

olarak ancak 38. günde uyguladıklarını belirterek, kisilik haklarına saldırıdan dolayı davalıların manevi

tazminatla sorumlu tutulmalarını istemistir.

Davalılar ise, haksız olan davanın reddedilmesi gerektigini savunmuslardır.

Yerel mahkemece, ilk islemin 30 günlük süre içerisinde gerçeklestigi, davacının 38. günde göreve

basladıgı, davalıların idari yargı kararının uygulanmaması yönünde kisisel kusurlarına dayalı

eylemlerinin bulunmadıgı gerekçesiyle istemin tümden reddine karar verilmistir.

Dosya içeriginden, Giresun Il Milli Egitim Müdürü olan davacının 11.11.2004 günü Arastırma,

Planlama ve Koordinasyon Kurulu Baskanlıgı’na uzman olarak atandıgı, islemin iptali ve yürütmenin

durdurulması istemiyle açılan Ankara 3. Idare Mahkemesi’nin 2005/36 Esas sayılı dava dosyasında

verilen 17.3.2005 tarihli yürütülmesinin durdurulmasına dair kararın idare tarafından uygulandıgı,

islemin iptaline dair 30.9.2005 tarihli kararının idareye teblig edildigi 15.2.2006 gününden önce,

16.1.2006 gününde, davacının bu kez Personel Genel Müdürlügü’nde olusturulan komisyonda 6 ay

süreyle görevlendirildigi. 3.3.2006 tarihli dilekçeyle idareye basvuran davacının, iptal kararıyla asıl

görevine baslatılması gerekirken, keyfi tutum ve uygulamayla geçici olarak görevlendirilip zarara

ugratıldıgını belirterek, yargı kararının süresi içerisinde uygulanmasını istedigini: davalıların 14.3.2006

günü aldıgı karar ile 16.1.2006 tarihli görevlendirmenin sona erdirildigi ve davacının önceki görevine

eylemli olarak 27.3.2006 günü basladıgı anlasılmaktadır.

Davacı iddiasını yürütmenin durdurulma kararının geçici olarak görevlendirme sebebiyle

uygulanmasının engellenmesine ve iptal kararına ragmen yasal sürede eylemli olarak göreve baslatılmamasına dayandırmıstır.

Anayasa’nın 138/4. maddesi geregince: yasama ve yürütme organlarıyla idare, mahkeme kararlarına

uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle degistiremez ve bunların

yerine getirilmesini geciktiremez. 2577 Sayılı Idari Yargılama Usulü Yasası’nın 28/1. maddesi

geregince de, idare, idare mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına dair kararlarının

gereklerine göre gecikmeksizin islem yapmak veya eylemde bulunmak zorunda olup bu süre hiçbir

biçimde kararın idareye tebliginden baslayarak otuz günü geçemez, aynı maddenin 4. fıkrası geregince

ise, mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi durumunda ilgili,

kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi hakkında tazminat davası açılabilir.

Yargıtay Içtihadı Birlestirme Genel Kurulunun 24.9.1979 gün ve 7/2 Sayılı kararında da, yargı kararını

yerine getirmeyen kamu görevlisinin hukuki sorumlulugunun bulundugu belirtilerek, yürütmenin

durdurulması veya iptal kararlarının yalnızca uygulanmamasının bu kararları uygulamayan kamu

görevlilerinin, zararın gerçeklesmesi halinde tazminatla sorumlu tutulması için yeterli oldugu,

sorumluluk için ayrıca kin, garaz, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket ettiklerinin

arastırılmasına gerek bulunmadıgı kabul edilmistir.

Diger bir anlatımla zarar gören, yargı kararını davalının kasten uygulamadıgını kanıtlamakla yükümlü

olmadıgı gibi davalıda kastının bulunmadıgını kanıtlamakla sorumluluktan kurtulmaz.

2577 Sayılı idari Yargılama Usulü Yasası’nın 28. maddesinde düzenlenen 30 günlük sürenin ilgilinin

eylemli olarak göreve baslatılması için öngörülen en fazla süre oldugu anlasılmaktadır. Bu süre

içerisinde ilgilinin göreve baslatmasına yönelik islemlerin baslatılmıs olması yargı kararı gereginin

yerine getirildigi biçiminde yorumlanamaz.

Dava konusu olayda, hakkında verilen yürütmenin durdurulması kararı biçimsel olarak uygulanan

davacı, bunun hemen arkasından baska yerde görevlendirilerek idare mahkemesince verilen

yürütmenin durdurulması kararı etkisiz hale getirilmistir. Ayrıca, iptal kararına yönelik ilk islem 30

gün dolmadan gerçeklestirilmis olmasına karsın, davacının yasada öngörülen 30 günlük sürede eylemli

olarak göreve baslaması saglanmamıstır.

Yerel mahkemece açıklanan olgular ve yasal düzenlemelerle içtihadı Birlestirme Kararı gözetilerek,

davalıların eylemlerinin hukuka aykırı oldugu sonucuna varılıp davacı yararına uygun bir tutarda

manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, dosya içerigine uymayan gerekçeyle istemin tümden

reddedilmis olması usul ve yasaya uygun düsmediginden kararın bozulması gerekmistir…),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda,

mahkemece önceki kararda direnilmistir.

H.G.K.’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildigi anlasıldıktan ve dosyadaki kagıtlar

okunduktan sonra geregi görüsüldü:

Karar: Dava, yargı kararının uygulanmaması sebebiyle kisilik haklarına saldırıdan dolayı ugranılan

manevi zararın ödetilmesi istemine iliskindir.

Yerel mahkemece, davanın reddine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine. Özel Dairece

yukarda baslık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmus, mahkemece önceki kararda direnilmistir.

Direnme kararını, davacı vekili temyize getirmistir.

Direnme yoluyla H.G.K. önüne gelen uyusmazlık, yargı kararının uygulanmaması sebebiyle kisilik

haklarına saldırıdan dolayı ugranılan manevi zararın ödetilmesi istemine dair davada yargı kararını

uygulamadıgı ileri sürülen kamu görevlilerinin kisisel kusurlarının aranıp aranmayacagı, burada

varılacak sonuca göre davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulmalarının gerekip gerekmedigi

noktasında toplanmaktadır. Bilindigi üzere, Anayasa’nın 2. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devleti’dir. Bu

noktada Hukuk Devleti, insan hak ve özgürlüklerini ön planda tutan, bu hakları koruyucu, adaletli bir

hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan, Anayasa’ya aykırı durum ve

tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan Anayasa ve Hukukun üstün

kurallarıyla kendini baglı sayan, yönetenlerin her türlü islem ve eylemleri yargı denetimine tabi olan

bir devlettir.

Gerçekte de bireylerin devlete karsı güven duyabilmeleri. maddi ve manevi varlıklarını serbestçe,

korkusuzca gelistirebilmeleri, ancak hukuk güvenliginin saglandıgı bir sistem içinde olanaklıdır.

Su durum karsısında Hukuk Devleti ilkelerinin yasamda tutulması, amacının saglanması için bagımsız

yargı kararlarına uymak kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Iste bu nedenledir ki, yasa koyucu idarenin her türlü eylem ve islemlerine karsı yargı yolunu açık

tutmus, yasama ve yürütme organlarıyla idarenin, mahkeme kararlarına uyma zorunlulugunu hükme

baglamıstır (Anayasa m. 125, 138).

2577 Sayılı Idari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. maddesinde, Danıstay, bölge idare mahkemeleri,

idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına dair kararlarının icaplarına göre

idarenin, kararın tebligi tarihinden itibaren 30 gün içinde islem tesis etmek veya eylemde bulunmak

zorunda bulundugu, olay tarihinde yürürlükte bulunan aynı maddenin 4. fıkrasında, mahkeme

kararlarını 30 gün içinde yerine getirmeyen kamu görevlisi hakkında tazminat davası açılabilecegi

hükme baglanmıstır. Her ne kadar olay ve dava tarihinden sonra 21.2.2014 tarih ve 6526 Sayılı

Kanunun 18. maddesiyle IYUK’nun 28. maddesinin 4. fıkrası “… Mahkeme kararlarının süresi içinde

kamu görevlilerince yerine getirilmemesi halinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir.”

seklinde degistirilmis ise de, sözkonusu degisikligin geçmisteki olaylara uygulanacagına dair bir

düzenlenme de adı geçen Kanun’da öngörülmemistir.

Uygulamada, yargı kararlarını yerine getirmeyenlerin tazminatla sorumlu tutulacakları kabul

edilmekte, kararın otuz gün içinde uygulanmamıs olması kisisel sorumluluk için yeterli sayılmaktadır.

Yargı kararını uygulamak durumunda bulunanların, kararın eksikligini veya yanlıslıgını tartısma

yetkileri bulunmadıgı gibi bu kararları eksik uygulamaları, uygulamıs gibi davranarak isleme yapay bir

görüntü vermeleri de kararın uygulandıgı sonucunu dogurmaz. Kararın 30 gün içinde uygulanmamıs

olması kisisel sorumluluk için yeterli sayılmaktadır (Aynı yönde H.G.K.’nun 2.7.2008 gün ve 2008/4-

464 esas, 2008/465 karar sayılı ilamı).

Gerek ögretide, gerekse sapma göstermeyen yargısal içtihatlarda yargı kararlarını uygulamamanın, salt

kisisel kusuru olusturacagı benimsenmistir.

Hemen belirtilmelidir ki, yürütmenin durdurulması kararları da nihai kararlar gibi bir mahkeme kararı

oldugundan, anılan kararlara yürütme ve idarenin uyma zorunlulugunun bulundugu kuskusuzdur.

Öte yandan, idari yargı ve Danıstay tarafından verilen yürütmenin durdurulması veya iptal kararlarının

salt uygulanmaması, bu kararları uygulamayan kamu görevlilerinin, zararın gerçeklesmesi halinde

tazminatla sorumlu tutulmasını gerektirici bir olgudur (H.G.K.’nun 7.6.2006 gün ve 2006/4-309 esas,

2006/359 karar sayılı ilamı).

Diger anlatımla sorumluluk için idarenin ve kamu görevlisinin ayrıca kin, garez, husumet ve benzeri

duyguların etkisi altında hareket ettiklerinin arastırılmasına gerek yoktur. Salt yargı kararlarının yerine

getirilmemesi sorumluluk için yeterli bir unsurdur (Yargıtay Içtihadı Birlestirme Büyük Genel

Kurulu’nun 22.10.1979 gün ve 7/2 Sayılı kararı).

Ayrıca Avrupa Insan Hakları Sözlesmesi (AIHS)’nin 6. maddesinin 1. fıkrasına göre, herkes medeni

hak ve yükümlülüklerinin karara baglanmasını bir yargı yerinden isteme hakkına sahiptir. Süphesiz bu hak yargı kararlarının uygulanmasını da kapsamaktadır. Bunun aksini düsünmek yasaların baglayıcılıgı

ve hukukun üstünlügü üzerine kurulmus olan hukuk devleti ilkesine de uymaz. Avrupa Insan Hakları

Mahkemesi (AIHM) Tunç/Türkiye (basvuru no: 54040/00. 24 Mayıs 2005). Okyay Ve

Digerleri/Türkiye (basvuru no: 36220/97.12 Temmuz 2005). Süzer ve Eksen Holding A.S./Türkiye

(basvuru no: 6334/05. 23 Ekim 2012) basvurularında idare tarafından yargı kararlarının yerine

getirilmemesinin AIHS’nin 6/1. maddesini ihlal ettigi sonucuna varmıstır.

Yapılan bu açıklamalardan sonra somut olaya gelince, Il Milli Egitim Müdürü olarak görev yapan

davacının 11.11.2004 günü Arastırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Baskanlıgı’na uzman olarak

atandıgı, islemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açılan Ankara 3. Idare Mahkemesi’nin

2005/36 esas sayılı dava dosyasında verilen 17.3.2005 tarihli yürütülmesinin durdurulmasına dair

kararın idare tarafından uygulandıgı: islemin iptaline dair 30.9.2005 tarihli kararının idareye teblig

edildigi 15.2.2006 gününden önce. 16.1.2006 gününde, davacının bu kez Personel Genel

Müdürlügü’nde olusturulan komisyonda 6 ay süreyle görevlendirildigi, davacının 3.3.2006 tarihli

dilekçeyle idareye basvurarak iptal kararının süresi içerisinde uygulanmasını talep ettigi, davalıların

14.3.2006 günü aldıgı karar ile 16.1.2006 tarihli görevlendirmenin sona erdirildigi ve bu kararın

davacıya 23.3.2006 tarihinde teblig edilerek davacının geçici görevlendirmeden ayrılısının 24.3.2006

tarihinde yapıldıgı ve davacının önceki görevine eylemli olarak 27.3.2006 günü basladıgı

anlasılmaktadır.

Davacı iddiasını yürütmenin durdurulma kararının geçici olarak görevlendirme sebebiyle

uygulanmasının engellenmesine ve iptal kararına ragmen yasal sürede eylemli olarak göreve

baslatılmamasına dayandırmıstır.

Anayasa’nın 138/4. maddesi geregince: yasama ve yürütme organlarıyla idare, mahkeme kararlarına

uymak zorundadır: bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle degistiremez ve bunların

yerine getirilmesini geciktiremez. 2577 Sayılı IYUK’nun 28/1. maddesi geregince de: idare, idare

mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına dair kararlarının gereklerine göre gecikmeksizin

islem yapmak veya eylemde bulunmak zorunda olup, bu süre hiçbir biçimde kararın idareye

tebliginden baslayarak otuz günü geçemez.

2577 Sayılı IYUK’nun 28/1. maddesinde düzenlenen 30 günlük sürenin ilgilinin eylemli olarak göreve

baslatılması için öngörülen en fazla süre oldugu anlasılmaktadır. Bu süre içerisinde ilgilinin göreve

baslatmasına yönelik islemlerin baslatılmıs olması yargı kararı gereginin yerine getirildigi biçiminde

yorumlanamaz.

Dava konusu olayda, hakkında verilen yürütmenin durdurulması kararı biçimsel olarak uygulanan

davacı, bunun hemen arkasından baska yerde görevlendirilerek idare mahkemesince verilen

yürütmenin durdurulması kararı etkisiz hale getirilmistir. Ayrıca, iptal kararına yönelik ilk islem 30

gün dolmadan gerçeklestirilmis olmasına karsın, davacının yasada öngörülen 30 günlük sürede eylemli

olarak göreve baslaması saglanmamıstır.

Açıklanan olgular ve yasal düzenlemelerle Içtihadı Birlestirme Kararı gözetilerek, davalıların

eylemlerinin hukuka aykırı oldugu sonucuna varılıp, davacı yararına uygun bir tutarda manevi tazminat

takdir edilmesi gerekmektedir.

Kaldı ki, davacı lehine verilen yargı kararlarının uygulanmasını saglamak için ayrıca ugrası göstermis,

ancak tüm bunlara ragmen istedigi sonuca ulasamamıstır. Böyle bir durum hukukun üstünlügüyle

yönetilen devletin temel ilkelerinin ihlal edilmesi anlamına geldiginden, davacının medeni hakları

kapsamındaki sosyal kisilik degerlerine zarar verildigi kabul edilmeli ve olayın gösterdigi tüm

özellikler degerlendirilmek suretiyle uygun miktarda manevi tazminat verilmelidir.

Bu itibarla, davalıların imza ve katkılarıyla yapılan islemlerle, yürütmeyi durdurma kararı gerçek ve

kalıcı nitelikte uygulanmadıgı gibi, iptal kararı da süresi içerisinde yerine getirilmediginden, davacının

zararının varlıgının kabulü ile, davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulmaları gerektigi kusku ve duraksamadan uzaktır.

Görüsmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, davalıların sorumluluklarının bulunmadıgına dair

yerel mahkeme kararının usul ve yasaya uygun oldugu belirtilerek onanması yönünde görüs ileri

sürülmüs ise de, bu görüs Kurul çogunlugu tarafından yukarda belirtilen sebeplerle kabul edilmemistir.

Hal böyle olunca; yerel mahkemece, H.G.K.’nca da benimsenen ve davacı yararına manevi tazminat

takdir edilmesi geregine isaret eden Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, yanılgılı

gerekçeyle davanın reddine dair önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu sebeple

direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarda ve Özel Daire

bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30. maddesiyle 6100 Sayılı

Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi geregince BOZULMASINA, istenmesi halinde

temyiz pesin harcının yatırana iadesine, 14.01.2015 tarihinde oyçoklugu ile, karar verildi.

 

T.C.

DANISTAY

  1. Daire

Esas No: 2009/3446

Karar No: 2011/4308

Karar Tarihi: 04.11.2011

MADDI TAZMINAT DAVASI – DAVACININ TAZMINAT TALEBININ ZIMMEN

REDDEDILMESI ÜZERINE SÜRESINDE DAVA AÇMASI KARSISINDA

MAHKEMECE UYUSMAZLIGIN ESASININ INCELENMESI GEREGI –

DAVANIN SÜREASIMI YÖNÜNDEN REDDINE KARAR VERILMESININ

ISABETSIZLIGI

ÖZET: Yargı kararının uygulanması istemiyle genel zamanasımı süresi içinde idareye basvuran

davacının, tazminat talebinin zımmen reddedilmesi üzerine süresinde dava açması karsısında,

mahkemece uyusmazlıgın esasının incelenmesi gerekirken, davanın süreasımı yönünden reddine karar

verilmesinde hukuki isabet görülmemistir.

(2577 S. K. m. 7, 10, 28)

Istemin Özeti: Adana 1. Idare Mahkemesinin 02.12.2008 günlü, E:2007/491, K:2008/1746 sayılı

kararının usul ve yasaya aykırı oldugu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti: Temyiz isteminin reddi ile mahkeme kararının onanması gerektigi

savunulmaktadır.

Danıstay Tetkik Hakimi Ali Uluçay’ın Düsüncesi: Temyiz isteminin reddi ile mahkeme kararının

onanması gerektigi düsünülmektedir.

Danıstay Savcısı Sedat Larlar’ın Düsüncesi: Idare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen

incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı Idari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin

birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine

uymadıgından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacagı

düsünülmektedir.

TÜRK MILLETI ADINA

Karar veren Danıstay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki

belgeler incelendikten sonra isin geregi görüsüldü:

Dava, Adana Ili, Yüregir Ilçesi, Sarıçam Mahallesi, 1206 ada, 120 parsel sayılı tasınmazın da

bulundugu alanda Yüregir Belediye Encümeni’nin 23.12.1999 gün ve 41 74 sayılı kararı ile 2981/3290

sayılı Yasa’nın 10/c ve Ek 1. maddeleri uyarınca yapılan imar uygulamasının Adana 2. Idare

Mahkemesi’nin 02.11.2001 tarih ve E:2000/876, K:2001/1328 sayılı kararı ile iptal edilip kararın

kesinlesmesi sonrasında mahkeme kararının uygulanmadıgından bahisle ugranıldıgı iddia edilen

150.000,00 TL maddi zararın yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmıs; Idare Mahkemesince,

Adana 2. idare Mahkemesi’nin 02.11.2001 tarih ve E:2000/876, K:2001/1328 sayılı iptal kararına

yönelik karar düzeltme isteminin reddine iliskin Danıstay Altıncı Dairesi’nin 27.01.2004 tarih ve

E:2003/5737, K:2004/453 sayılı kararının 09.03.2004 tarihinde davacı vekiline teblig edildiginin

Adana 2. Idare Mahkemesi’nin E:2000/876 sayılı dosyasında bulunan teblig mazbatasından anlasıldıgı,

bu haliyle söz konusu iptal kararının temyiz edilip karar düzeltme asamasından da geçerek onandıgı ve

bu suretle kesinlestigi görüldügünden, 2577 sayılı Yasa uyarınca davacı tarafından karar düzeltme kararının teblig edildigi 09.03.2004 tarihini izleyen günden itibaren dava açma süresi olan 60 gün

içinde 28.04.2004 tarih ve 16673 sayılı ihtarname ile yapılan basvurunun cevap verilmeyerek zımnen

reddi üzerine bu tarihi takip eden 60 günlük süre içerisinde islem nedeniyle ugranıldıgı ileri sürülen

zararın tazmini istemiyle dava açılması gerekirken, bu süre geçirildikten sonra 20.03.2007 tarihinde

açılan davanın süreasımı nedeniyle reddine karar verilmis, bu karar davacılar tarafından temyiz

edilmistir.

Dosyanın incelenmesinden; Adana 2. Idare Mahkemesi’nin 02.11.2001 tarih ve E:2000/876,

K:2001/1328 sayılı iptal kararının Danıstay Altıncı Dairesi’nin 15.05.2003 tarih ve E:2002/763,

K:2003/3086 sayılı kararı ile onandıgı, onama kararının tebligi üzerine yapılan karar düzeltme

isteminin Danıstay Altıncı Dairesi’nin 27.01.2004 tarih ve E:2003/5737, K:2004/453 sayılı kararı ile

reddedildigi ve mahkeme kararının kesinlestigi; karar düzeltme isteminin reddine iliskin kararın

09.03.2004 tarihinde davacıya ve 11.03.2004 tarihinde davalı idare vekiline teblig edildigi; Besiktas

Birinci Noterligi’nce düzenlenen ve 04.05.2004 tarihinde davalı idare kayıtlarına giren 28.04.2004 tarih

ve 16673 sayılı ihtarname ile davalı idareye yapılan tazminat basvurusunun cevap verilmeyerek

zımnen reddedildigi, daha sonra, mahkeme kararının uygulanması ve Adana 2. Idare Mahkemesi’nin

02.11.2001 tarih ve E:2000/876, K:2001/1328 sayılı dosyasında hükmedilen yargılama giderleri ile

avukatlık ücretinin davalı idareden tahsil edilmesi amacıyla Adana 11. Icra Müdürlügü aracılıgıyla

çıkartılan icra emrinin davalı idareye 14.12.2006 tarihinde teblig edilmesine ragmen herhangi bir cevap

verilmemesi ve mahkeme kararının uygulanmaması üzerine 2577 sayılı Yasa’nın 28. maddesi uyarınca

150.000,00 TL maddi tazminat istemiyle 20.03.2007 tarihinde bakılmakta olan davanın açıldıgı

anlasılmaktadır.

Uyusmazlık; Idare Mahkemesince verilen ve kanun yollarından geçerek kesinlesen bir iptal kararının

gereginin davalı idarece yerine getirilmemesinden dogan tazminat isteminden kaynaklanmaktadır.

2577 sayılı Idari Yargılama Usulü Kanunu’nun Kararların sonuçları baslıklı 28. maddesinde; esasa ve

yürütmenin durdurulmasına iliskin kararlarının icaplarına göre idarenin, gecikmeksizin islem tesis

etmeye ve eylemde bulunmaya mecbur oldugu ve bu sürenin hiçbir sekilde kararın idareye tebliginden

itibaren otuz günü geçemeyecegi; kararların gereklerine göre islem tesis edilmeyen veya eylemde

bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıstay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat

davası açılabilecegi; mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine

getirilmemesi halinde ilgilinin, idare aleyhine dava açabilecegi gibi, kararı yerine getirmeyen kamu

görevlisi aleyhine de tazminat davası açabilecegi düzenlemesine yer verilmistir.

Yargı kararlarının uygulanmaması ya da geç uygulanması nedeniyle ortaya çıkan uyusmazlıklar

üzerine açılacak davaların tabi olacagı süre konusunda 2577 sayılı Yasa’da özel bir düzenleme

bulunmamaktadır. Ancak, 2577 sayılı Yasa’nın 28. maddesinde yer alan ve idarenin yargı kararlarının

icaplarına göre en geç otuz gün içinde islem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur oldugu

yolundaki hükmün, otuz günlük sürenin geçirilmesi ve ilgililerin bu sürenin geçirilmesi üzerine hemen

tekrar yargı yoluna basvurmaması durumunda idareleri kararı uygulama zorunlulugundan

kurtarmayacagı açıktır. Bu konuda açılacak davalarda ayrık durumlar dısında genel zamanasımı

süresinin esas alınması gerekmektedir. Ayrıca lehine hüküm verilen ilgili, ilamın kendisine tebliginden

itibaren 10 yıl içinde idareye basvurarak ilam gereklerinin yerine getirilmesini isteyebilecegi gibi 2577

sayılı Yasa’nın 28. maddesi hükmü uyarınca kararın tebliginden itibaren 30 gün içinde mahkeme kararı

geregini yerine getirmeyen idareye karsı sonraki 60 gün içinde iptal kararına göre islem yapılmaması

nedeniyle ugradıgı zararın tazmini istemiyle dava açılabileceginin de kabulü gerekmektedir. 10 yıllık

süre idareye basvuru süresi olup dava açma süresi degildir. Dolayısıyla basvurmadan sonraki durumu,

2577 sayılı Yasa’nın 10. ve 7. maddeleri kapsamında degerlendirmek gerekmektedir. Buna göre, yargı

kararının gereginin yerine getirilmesi isteminin idarece açık veya kapalı (zımni) olarak reddedilmesi

üzerine davanın altmıs gün içinde açılması zorunludur.

Bu durumda; yargı kararının uygulanması istemiyle genel zamanasımı süresi içinde idareye basvuran

davacının, tazminat talebinin zımmen reddedilmesi üzerine süresinde dava açması karsısında,

mahkemece uyusmazlıgın esasının incelenmesi gerekirken, davanın süreasımı yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemistir.

Diger yandan, Adana 1. Idare Mahkemesince verilen 02.12.2008 günlü, E:2007/491, K:2008/1746

sayılı iptal kararından önce davacılardan …’nin 10.04.2008 tarihinde vefat ettigi anlasıldıgından bozma

üzerine verilecek kararda bu durumun gözetilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Adana 1. idare Mahkemesince verilen 02.12.2008 günlü, E:2007/491,

K:2008/1746 sayılı kararının bozulmasına, bu kararın teblig tarihini izleyen günden itibaren 15 gün

içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine04.11.2011 gününde oybirligi ile karar verildi.

 

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Avukata Sor
1
Whatsapp
Whatsapp
İlleez Hukuk Bürosu olarak size avukatlık ve danışmanlık hizmeti sağlamamız için tıklayıp soru sorabilirsiniz.
Bizi Arayın
Yol Tarifi Al